Kahvaltı Kültürü nasıl başladı?

Kahvaltı Kültürü nasıl başladı?

Kahvaltı Kültürü nasıl başladı?

Kahvaltı kelimesi 1876 yılında yayımlanmış olan Ahmet Vefik Paşa'nın Lugat-ı Osmani'sinde geçmektedir. 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı kaynaklarında yer almıştır. 

Şemsettin Sami'nin yirminci yüzyıl başında hazırladığı Kamus-ı Türki sözlüğünde "Esasen aç karnına kahve içmemek için kahveden evvel yenen muhtasar kısa yemek" şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan hareketle kahvaltının Osmanlı zamanında esas bir öğün değil kahve içmeden önce mideyi hazırlamak için yenilen atıştırmalık olduğunu görüyoruz. 

Cemal Süreya "Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı" diyerek belki de günün en tatlı öğününün insan ruhuna olan etkisini ifade etmiştir. Elbette kahvaltıyı tek başına bir öğün şeklinde değerlendiremeyiz, beraberinde getirdiği sohbet ortamı, samimiyet ve sıcaklıkla bir bütünlük oluşturur. Pazar günleri ailemiz ve sevdiklerimizle yapacağımız uzun kahvaltılı saatleri, geç uyanmak hepimize keyif verir. 

Osmanlı'nın yemek kültürü günümüzde hala etkisi hissettirmektedir. Büyük bir medeniyetin izlerinin hissedildiği en önemli alanlardan biri de elbette mutfağıdır. Tarih boyunca zengin mutfağı ile adından sıklıkla söz ettirmiş Osmanlı bugünkü zengin Türk mutfağının temellerini de saray mutfağında atmıştır. 

Osmanlı'daki yemek kültürü dediğimiz vakit genellikle aklımıza ana yemekler ve tatlılar gelir. Kahvaltı bu yemek kültürü içerisinde fazla konu edilmez. Bunun da elbette bir sebebi vardır.

Osmanlı mutfak kültüründe önemli bir yere sahip olan kahvaltı, kahveden önceki yemek anlamına gelen "kahve altı" olarak ifade edilirdi. Bu kelimenin kullanımı bize Osmanlı'dan gelen bir miras... Kahvenin Osmanlı kültüründe öyle büyük bir yeri vardı ki bir öğün kahve kelimesi üzerinden isimlendirilmişti.

Günde yalnızca iki öğün yemek yenilen Osmanlı mutfak kültüründe kahvaltılara ehemmiyet verilirdi. Fakat 19. yüzyıla gelene kadar bugünkü manasıyla bir kahvaltı anlayışı yoktu. Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar döneminde öğünler iki olarak yenirdi.

Sabah çok erken vakitlerde namazdan sonra bir şey yeme içme hemen hemen yoktu. İlk yemek kuşluk yemeği olarak anılır ve kuşluk vaktinde yenirdi. Kuşluk, sabah ile öğle vakti arasında kalan zaman dilimi olarak da tanımlanır. İki öğün yemek yeme alışkanlığı seyahatnamelere de konu olmuştur.

İkinci Bayezid zamanında sarayda namazdan sonra bal, kaymak, peynir, yumurta ve soğuk et yendiği kayıtlara geçerken saray ve halkın yaptığı kahvaltı çoğunlukla farklılık göstermişti. Sarayda kahvaltılar kumaşla örtülmüş bakır tepsiler içine bakır sahanlarda hareme getirilirdi.

Kahvaltı beraberinde değişik bir adeti de ortaya çıkarmıştı. Her sabah sultan kızlarına ekmek, tereyağı, simit, pide, peynir ve kaymağın özel kilitli küçük bakır kaplarda verilmesi adettendi. Vezir veya ekabir konaklarında ise namazdan sonra kilerci kalfa tarafından kahvaltılar hazırlanır, sonra ise kahveler ikram edilirdi. Bu yemek haremde veya selamlıkta yenirdi

Osmanlı sultanları arasında da kahvaltı kültürü değişik yönleriyle karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet'in farklı bir kahvaltı alışkanlığı vardır. Fatih, balığı çok sevdiği için sabah kahvaltısında bile sarımsak, sirkeli ve soğanlı balık yiyordu. Bununla beraber Osmanlı'da kahvaltılarda çok tercih edilen mantıyı da oldukça tüketiyordu.

Sultan Abdülhamid'in kızı Ayşe Osmanoğlu anılarında Sultan Abdülhamid'in sabah kahvaltısını çok hafif yaptığını ve genellikle sütlü çitil maden suyu içtiğini belirtir. "Yataktan kalkmadan önce müshil almak mutadı olduğundan sabah kahvaltısını çok hafif yapardı. Yarım bardak sütü maden suyu ile karıştırıp içerdi." şeklinde anlatıyor. 

Halk kesimi ise sabah kahvaltılarında çorba içme geleneği edinmiş, içerisine ekmek doğradıkları çorbaları içmeyi tercih etmişlerdi. Kahvaltıda kimi zaman yoğurt, kavun veya salatalık da tercih ediliyordu.

Osmanlı toplumundaki zengin kahvaltılarında ise saraydaki gibi bal, kaymak, reçel, peynir, zeytin ve börek de bulunurdu. Ayrıca Türklerin çok eski zamanlardan beri kahvaltılarda ciğer ve ızgara yedikleri de bilinir. Bu geleneğin günümüzde sucuk ve kavurma ile devam ettiğini söyleyebiliriz.

Osmanlı'da kış sabahlarında İstanbul'da kahvaltıda sulu ve sıcak "palude" içilirdi. Kahvehanelerde ve sokaklarda bu içecek üzerine tarçın ve gül suyu serpilerek servis edilir ve fincanda satılırdı.

Bugün soflarımızın vazgeçilmezi olan çay, Osmanlı'ya Avrupa kültürü tesiriyle gelen bir yeniliktir. Önceleri çay Osmanlı toplumunda ilaç ve şifa niyetine içilen bir içecekti. Çay, ilk olarak 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı seçkin sınıfının sofralarında yaygınlaşmaya başlamıştır.

Cumhuriyet döneminden sonra Karadeniz bölgesinde çay üretiminin başlamasıyla geleneksel Türk içeceği haline gelmiştir. Ayrıca zamanla kahvaltılara sütlü çay ve "şokola" adı verilen içecek de eklenmiştir.

Kahvaltının Osmanlı'da üçüncü bir öğün olarak tanınması yine Batı kültürü ile etkileşimler sonucu meydana gelmiştir. Yeni çalışma saatleri ve şartları ile Osmanlı toplumunda bilhassa seçkinler sınıfında kahvaltı geleneği yaygınlaştırmıştır.

1917 yılında yayımlanan dergilerde artık kahvaltının önemine vurgu yapan yazılar yer almaktadır. Kahvaltı saati bu dergilerde yayımlanan yazılara göre 6 ile 9 arasında olmalıdır. Resmi memurlar için öğle tatilinin 12 olması da kahvaltı saatlerini düzenlemede etkili olmuştur.

Dergi ve gazetelerin kahvaltı kültürünü yaygınlaşmasındaki rolü de büyüktür. 1917 yılında yayımlanan "Bilig Yurdu Işığı" dergisinde "Taam" isimli yazıda kahvaltı içeriğini "Sütlü kahve veya çay veya şokola, rafadan yumurta, tereyağı, bal, reçel, marmelatlar, bisküvi, çörek, ekmek, peynir, zeytin" şeklinde sıralanmış ve sıklıkla kahvaltının önemi vurgulanmıştır.

Böylece kahvaltı değişimlere uğrayarak zamanla günümüzdeki şeklini almıştır. Sıcak pide, menemen ve kuymak ilave olmuştur. 

Güncelleme Tarihi: 30 Mayıs 2021, 12:32
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER