Türk Dünyasının Günümüzdeki En büyük Sorunları

Yeni Türk devletlerinin ortaya çıktığı doksanlı yıllarda büyüyen nesiller turan ülküsü konusunda oldukça ateşliydi. Daha önce Turan ülküsünün gerçekleşebileceğine yönelik böylesine bir tutku en son Birinci Dünya Savaşında ve sonrasındaki Rus İç Savaşında mevcuttu. Her iki savaşta da başarısız olunması üzerine bu hayaller başımıza hayal olmaktan çıkıp kabus olarak geri döndü. O dönem, bu fikirlerin gerçekleşebilme ihtimalini güçlendiren olaylar bu iki savaştı ama sonrasında başarısız olunmasıyla bu ihtimalden bile daha da uzaklaşıldı. Ta ki Sovyetler Birliği dağıtılana kadar, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı doksanlı yıllardan sonra bu hayalin tekrar oldukça arttığı bir gerçek.

Yaklaşık olarak Türk dünyası nüfusunun üçte biri Türkiye'de(55-60 milyon) yaşıyor. Peki bu büyük nüfusun kalan kısmı ne durumda? Türk halklarının turan konusunda potansiyellerini anlamak açısından bu nüfusun şuan ki başlıca sorunlarına sırayla bir bakmamız önemli.

1-Soykırım

İster Enternasyonal ister Milliyetçi olsun,  çoğu kişi için en acı olan kısım soykırım mevzusu olsa gerek. Çin'de yaşayan Uygur ve Kazak halklarının yok oluşu en büyük sorun. Zaten artık Kazakların adı bile geçmez oldu, halbuki eskiden Kazaklar da Doğu Türkistan'da varlık gösteriyorlardı. Fakat bunu bugün çoğu kişi bilmiyor. Bu hızla giderse Uygurların da yakın bir gelecekte Çin’in karanlık tarihinden Kazaklar gibi silineceği kesin gibi ve kimsenin bu durum karşısında bir şey yaptığı daha doğrusu yapabildiği yok. Zorunlu kürtajlar, yasaklar, kısırlaştırmalar, idamlar zaten hepimizin sık sık duyduğu meseleler oldu. Bir zamanlar onda dokuzu Türk olan bölgede şimdi çoğunluğu Çinliler oluşturuyor.

Soykırımın bir başka adresiyse Güney Türkistan yani Kuzey Afganistan. Buradaki Türkmenler ve Özbekler, İrani bir halk olan Peştunlardan oluşan Talibanla ve yine Peştunların çoğunlukta olduğu merkezi hükümet arasında sıkışmış vaziyetteler. Kimisi savaş yüzünden kimisi de göç yollarında can veriyor. Özellikle Türki halkların İrani halklardan daha farklı bir kültürü ve buna paralel farklı dini yapısı olması tek tip insan yaratmak isteyen taliban gibiler için ayrı bir hedef olma gerekçesi oluyor. Özellikle 1996-2001 yılları arasında ABD müdahalesinden önce Taliban'ın Özbeklere yaptığı katliamların tekrar başladığına şahit oluyoruz. Her yeni ele geçirilen Güney Türkistan şehrinde Taliban'ın merkezi hükümetle bağlantılı herkesi avlaması bölgedeki Türklerin hem öldürerek hemde göç ederek azalması demek. 

2-Asimilasyon

Bu konu soykırım mevzusundan çok daha geniş, çünkü Türk halkları sanıldığı gibi homojen değildir. Örneğin Rusya'da yaşayan yaklaşık 10 milyon Türkün hepsi Müslüman değil. Gagavuz ve Çuvaş Türkleri Hristiyan olduğu gibi Başkurtlar içinde de Hristiyanlık yaygındır. Ayrıca Yakut, Tuva ve Altay Türklerinin Çoğunluğu da atalarının eski pagan dinlerini devam ettirmekte. Özellikle pagan inançlarını sürdüren Türkler daha kolay Hristiyanlaştırıldığı ve Ortodoks olan Türklerinde Ortodoksluk bağı üzerinden daha kolay Ruslaştığı bir süreç görülüyor. Aslında Ruslarla bağ kurmak için illa Türklerin Ortodoks olması gerekmiyor, Ortodoks olması sadece asimilasyonu daha da kolaylaştırıyor. Türkiye'de faaliyet gösteren bir çok Rusya kökenli kurumunda belirttiğine göre Rusya'da yaşayan bütün azınlıklar asimilasyon politikasına tabi tutuluyorlar ve Kafkasya'da yaşayan bazı dini hassasiyetlere sahip topluluklar dışında Rusya'da Müslümanların bile buna pek dikkat etmediklerinden şikayetçiler.

Rusya’dan daha kalabalık bir azınlık olan İran'daki Güney Azerbaycan toplumu ise Farslarla Şiilik bağı üzerinden ortak oldukları için bu bağ üzerinden Fars kimliğine yaklaşıyorlar. Zaten radikal Turancıların en büyük şikayetlerinden birisi de Rusya'daki Türklerden ziyade İran'daki Türklerin tavrı oluyor. İran'daki Türk toplumu Kuzey Azerbaycan'dakiler gibi değil. Dini hassasiyetlerin ırki hassasiyetlere göre önde olması rahatsızlık konusu olmuş olmalı. Kuzey Azerbaycan da Şiidir ama Güney Azerbaycan'da yaşayanlar çok daha dindarlar. Bu dindarlığı Kuzey Azerbaycan'da pek göremiyoruz, bunun sebebi de geçmişteki Sovyet etkisinden kaynaklanıyor.

Şiilik etkisini Irak’ta da Şii Türkmenler üzerinde görüyoruz. Yani İran'da Farslaşma yaşanırken Irak’ta ise Araplaşma yaşanıyor. Bu uyumlar insanların ideolojik açıdan neye öncelik verdiğine bağlı aslında, eğer ırki hissiyatlar mezhebi hissiyatın önünde değilse o zaman siz bağlı olduklarınız tarafından kolayca değiştirilebilirsiniz demektir.

3-Nüfus artış hızı

Nüfus artış hızı düşük desem muhtemelen sebebini öldürülmeye ve kimlik kaybetmeye bağlarsınız. Ama bu etkenler aslında çok küçük etkenler, asıl etkense düşük doğurganlık. Bunun önemli olmasının sebebi ise çok çeşitlilik arz eder. En başta caydırıcılık, yaptırım gücü, insanlar da genişleme idealinin oluşumu gibi bir çok konu nüfus hareketleri ile doğru orantılıdır.

Türk dünyasının yaklaşık üçte birini barındıran Türkiye'de azınlıkları çıkardığımız zaman kadın başına düşen çocuk sayısı tahminen 1,5 ama genç nüfusun muhafazası için uzmanlar bunun en az 2 olması gerektiğini söylüyorlar. Fakat bu oranlar 20 yıldır bu seviyenin altında ve bu saatten sonra oranın tekrar istenilen seviyeyi geçeceğini hiçbir nüfus uzmanı teyit etmiyor.

Aynı durum hem Kuzey hemde Güney Azerbaycan içinde geçerli. Güney Azerbaycan'da sebep zamanında İran’ın yoksullukla mücadele için uygulamaya koyduğu nüfus planlaması idi. İran, bu planlamayı İslam Devrimi(1979) sonrasında gerçekleşen İran-Irak Savaşı(1980-1988) ve ABD ambargosunun ortaya çıkardığı yoksulluk nedeniyle ülke genelinde teşvik ediyordu, sonradan pişman oldular ama artık iş işten geçti. Çünkü insanlar bu hale çoktan alıştılar. Kuzey Azerbaycan'da ise şehirleşme ve modern kültür bu konuda etkili.

4-Göç

İnsanların çeşitli sebeplerden ötürü topraklarını terk etmesi her türlü olumsuzluğu da beraberinde getiriyor. Öncelikle aileler parçalanıyor ve bunun sonucu olarak kimliğinizle olan bağlarınızı tutmak ve hem kimliksel hemde kültürel muhafaza zorlaşıyor. Buda sizin gittiğiniz bölgede çok daha kolay eriyip gitmenize imkan veriyor. Türklerin göçlerine bakınca sebeplerin genelde aynı olduğu ortaya çıkıyor. Sebepler genelde ekonomik ama bazen siyasi baskıdan bazen de savaştan dolayı olabiliyor.

Örneğin balkanlar da Avrupa Birliğinin genişlemeleri sonucu Yunanistan, Bulgaristan’da yaşayan Türkler için yaşadıkları coğrafyaların işsizliğinden, fakirliğinden ve baskılarından kaçmak kolaylaştı. Ancak bu zaten son derece dağınık yaşayan Türk Halklarının daha da birbirinden kopmasına yol açtığı gibi yeni topraklarında da bahsettiğimiz sorunları yaşamasına zemin hazırlıyor. Balkanların boşalması bırakın turanı, Misakı Milliyi bile zora sokacak bir durum aslında.

Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde ise ortak dilin Rusça olması ve bu ülkelerde yaşanan siyasi baskılar ve ekonomik istikrarsızlık gençlerin çalışmak için Rusya’ya ve kısmende olsa Kazakistan’a göç etmesine sebep oluyor. Rusya’nın Avrupa’ya göre çok daha sıkıntılı bir ülke olduğu malumumuz. Rusya’nın ırkçı dazlakları iyice meşhur oldu. Rusya'daki cinayet oranı yüz binde 9,7 yani ABD’nin cinayet oranının iki katından daha fazladır. Bunun sebebi ise sadece Rus mafyası ve votka değildir. Göçmenlere yönelik dazlak saldırıları da önemli bir etken. Yani Rusya'daki Türkler sadece kültürel muhafaza ve ailevi bağların değil aynı zamanda kendi güvenliğinin de sıkıntısını çekiyor. Ekonominin kötüye gittiği dönemler de bu tür dazlak saldırılarının arttığı bir gerçekte var ne yazık ki!

Göç meselesi zaten oldukça dağınık ve kopuk yaşayan Türk halklarının birbirinden daha fazla kopmasına neden olduğu için hafife alınmaması gereken bir mesele. Bu sadece dış göçler için değil iç göçler içinde geçerli ve iç göç Türkiye’nin kanayan yarası olmuştur. Ne kadar dağınık olursanız o kadar kopuk olursunuz ve kopukluğunuz organize olmanızı güçleştirir. Kopuklukla beraber bireyselleşme ve buna paralel kimliksizleşme de artar.

5-Oligarşi

Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerinde var olan Oligarşi Diktatörlüğü ve diğer Türk azınlıklarının da çoğunun demokratik olmayan ülkelerde yaşıyor oluşu kendi taleplerini dile getirememelerinin yanı sıra mevcut gidişata karşı gelmeyi de zorlaştırıyor. Oligarşiler özgürlük ve eşitliğin önündeki en büyük engel olmuş durumdalar.

Bazılarımız bu Orta Asya’nın Türk devletleri neden birleşmeye yönelik adım atmayı düşünmüyorlar diye soruyor. Böyle bir adımın önündeki en büyük engel iktidardaki Oligarklardır. Çünkü yeni bir devlet demek tek bir oligarşinin olması yani diğer oligarkların dışarıda kalıp iktidardaki gücünü kaybetmesi anlamına geliyor. Hiç bir oligark koltuğunu ve gücünü devretmeyi istemeyeceği için birleşmeleri iktidarlardan beklemek saçma olur. Bu ancak halkların kitlesel talepleriyle mümkün ama çoğu insanın ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ yada ‘Başım belaya girer’ dediği bir ortamda kitlesel hareket çok zor. Zaten Arap baharında bile Orta Asya etkilenmemişti.

Her hangi bir insana ‘Sence en çok acı çeken halk kimdir?’ diye sorsan her halde çoğu insan Araplar derdi. Fakat Arapların hepsi Yemen, Suriye ve Irak'taki gibi değil, Körfez'deki Arapların memnuniyetleri onların genel ortalamasını yüksek tutuyordur. Şöyle bir tabloya bakınca bizim durumumuz Araplardan bile daha beter değil mi? En azından onların içinde Uygurlar ve Kazaklar gibi sistematik soykırıma tabi olan bir grup yok.

YORUM EKLE