Taliban ve El-Kaide'nin Dünü ve Bugünü

1978 yılında Sovyet yanlısı sosyalist Kabil hükumetine karşı Afganistan’da başlayan din eksenli isyan sonucu hükumet, Sovyetler Birliği’ni yardım amaçlı ülkesine davet etmişti ve Kızılordu ile birlikte 7’si büyük pek çok asi örgüte karşı mücadele veriliyordu. Bu 7 asi örgütte genellikle belirli aşiretleri temsil ediyordu. Yani savaşta, Afganistan’ın feodal yapısını tarih boyunca muhafaza etmeye çalışan kabile etkisi ön plandaydı. Fakat sanılanın aksine bu 7 büyük örgüt arasında ne Taliban nede El-Kaide vardı.

Bu 7 örgüt şunlardı: Hizb-i İslami Gulbeddin, Hizb-i İslami Halis, Cemaati İslami, İnkılab Hareketi, İttihadı İslam, Cünbüş-ü İslami ve Hareket-i İslami.

Sovyetler Birliği, kendi yaşadığı Gorbaçov kaynaklı siyasi değişimin etkisiyle 1980’li yılların ikinci yarısında savaşı bitirme amacındaydı ve bölgedeki asker sayısını 1989’a kadar sürecek şekilde azaltacaktı. 1985’te 600 bin olan asker sayısı en sonunda şubat 1989’da sıfırladı. Çünkü artık savaş Sovyetler Birliği için çok maliyetli hale geliyordu.

Savaş karşıtı Sovyet lider Gorbaçov‘un adımlarıyla Kızılordu, 1989 şubatında son taburunu da geri çekmiş ama aşiretler için Afgan cihadı bitmemişti. Çünkü savaşın başından beridir asıl amaç Sovyet yanlısı merkezi Kabil hükümetini iktidardan düşürmek ve Afganistan’ı eski muhafazakar yapısına döndürmekti.

Afganistan’da tarih boyunca hep aşiretlerin kontrolü söz konusu olmuş ve sürekli merkezi hükümetler aşiretlerle sorun yaşamıştır. Pek çok kez merkezi hükümetlerin aşiretlerin hegemonyasını kırmak için çaba göstermesi bu tür isyan süreçlerini de beraberinde getirmişti. Fakat bu seferki isyanın boyutu daha farklıydı. Çünkü Afganistan’ın dışından da çok sayıda cihat sevdalısı gönüllü geliyor ve bu asi örgütleri eleman yönünden besliyordu. Ayrıca bu örgütleri sırf Kızılordu zayıflasın diye silahlandıranlar da vardı. Fakat sanılanın aksine asileri silahlandırma süreci savaşın başından beridir var olsa da, gönüllüleri toplayıp Afganistan’a göndermek 1986’da, yani Sovyet askeri müdahalesi bitmek üzereyken başlamıştı.

1988 yılında Suudi Arabistan’ın inşaat sayesinde en zengin ailelerinden biri olan Bin Ladin ailesinin(Kabe’yi genişletme çalışmalarını yürüten inşaat şirketini yöneten ailedir) bir üyesi olan Usame Bin Ladin, Suudi Arabistan’daki ailesinin nüfuzunu da kullanarak El-Kaide’yi kurmuştu. Ancak henüz çok küçük bir örgütlerdi ve Bin Ladin’le birlikte bölgeye gelen birkaç Arap’tan oluşuyordu. Zaten birkaç ay sonra şubat 1989’da Kızıl ordu bölgeden çekilince Usame Bin Ladin ülkesine geri dönecekti. Yani Sovyet müdahalesi sırasında sanılanın aksine El-Kaide’nin kayda değer bir çatışması yoktu. Onların Afganistan’a tekrar gelişiyse 1996’da olacaktı.

Diğer asi örgütler merkezi hükümetle mücadeleyi sürdürürken beklenmedik bir şekilde 1991’de Sovyetler Birliği dağılacak ve Merkezi hükümet yalnız kalacaktır. Öyle ki; Sovyetler Birliğinin verdiği petrolle uçaklarını uçuran Kabil hükümeti, artık uçaklarını bile uçuramayacak halde hava üstünlüğünü yitirecek ve 1992’de Kabil düşecektir.

Peştunlar, savaş sırasında en faal olan etnik grup olmalarına rağmen Kabil düşerken şehrin yönetiminde Özbek ve Tacik grupların liderleri söz sahibi olunca bu durum Peştun halkında büyük bir hayal kırıklığına sebep olur. Tacik ve Özbekler zaten Kabil’e çok daha yakın yerleşim birimlerindeydiler. Yani bundan sonra savaş artık ganimeti, yani iktidarı hangi asi örgüt kapacak savaşına dönmüştür ve Peştunlara göre ganimeti yanlış kişiler topluyordu. Bundan sonra savaş etnik temelde 2001’e kadar devam edecektir. Yani Peştunlar adeta “En çok biz savaştık ama ganimeti başkaları topluyor” modundaydılar.

Bu sırada Kuveyt savaşı(1990-1991) yüzünden ABD askerleri Suudi Arabistan’a yerleşmişti. Usame Bin Ladin ABD askerleri yerine krallığı koruyabileceğini söylese de krallık bu teklifi kabul etmeyecek ve böylece bir daha dönmemek üzere Usame Bin Ladin ülkeyi terk edip Sudan’a gidecektir. Çünkü ona göre ABD askerlerinin Müslüman bir ülkeyle savaşmak için başka bir Müslüman ülkenin topraklarını üs olarak kullanması kabul edilebilir bir şey olmadığı gibi, Suudi krallığının da bu davranışı nedeniyle devrilmesi gerekirdi. Bin Ladin, Suudi Arabistan’da kısa bir süre daha durduktan sonra çekirdek ailesini de alıp 1991’de, Sudan’ın başkenti Hartum’daki bir eve yerleşti. Sudan, 1989’da Ömer El-Beşir liderliğinde gerçekleşen bir askeri darbeyle, El-Kaide zihniyetine yakın bir iktidara geçmişti. Buda Bin Ladin’in kaçmak için Sudan’ı tercih etme sebebi olmuştu.

Pakistan’daysa Afgan savaşından kaçan Peştunların eğitim gördüğü medreselerde bir dini hareket belirir. Kimi mensupları, Peştun halkının yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle Kabil’deki iktidar kavgasına ve çatışmalara müdahil olma taraftarıdır ama mollalar amaçlarının sadece dini hizmetlerde bulunup ilim yaymak olduğunu söyler ve gençler büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar. 1994’te Afganistan’da bir komutan iki genç kızı kaçırır ve aileler bölge medresesinin sorumlusu molladan yardım isterler. Molla elliden fazla öğrencisiyle komutanın karargahına basar ve kızları kurtarır. Komutan ve adamlarını ise asarlar. Bundan sonraysa gençlerin istediği olacak ve mollaları silahlı mücadeleye başlama kararı alacaklardır. Çünkü bu olay, mollalarda, bozulan istikrarı tekrar tesis etme noktasında bir işaret kıvılcımı olmuştu. İnsanların düzeni tesis etmek için birilerine ihtiyacı var gibiydi.

Yani sanılanın aksine Taliban, Sovyet müdahalesine karşı kurulmuş veya kurdurulmuş bir örgüt değildir. Hatta bırakın Sovyetler Birliğini, Taliban Hareketi 1994’te kurulduğunda Sovyet yanlısı Kabil hükümeti yıkılalı 2 yıl olmuştu.

Afganistan nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan ve İrani bir halk olan Peştunların gençleri, silahlı mücadeleye karar verilmesiyle artık akın akın Taliban’a katılırlar. Taliban’ın hızla büyümesindeki en başlıca sebep; hem etnik temele dayanıp geniş bir nüfusa hitap etmesi hemde Pakistan Gizli Servisi tarafından desteklenmesi veya faaliyetlerine göz yumulmasıydı. Üstelik Peştunlar Pakistan nüfusunun da önemli bir parçasıydı ve oradan da sürekli takviye geliyordu. Sovyet müdahalesi sırasında ise Pakistan’dan gelen bu takviyeler bölünmüş haldeki çeşitli örgüt veya aşiretleri besliyordu ama şimdi bütün bir ulus tek bir örgütün çatısı altında birleşiyordu.

Hızla büyüyen örgüt pek çok şehri denetimi altına alıyor ve her gün yüzlerce Peştun, Afganistan ve Pakistan’dan örgütün bünyesine dahil oluyordu. Kuruluştan 2 yıl sonra eylül 1996’da başkent Kabil’i ele geçirecek ve büyük bir siyasi temizlik başlatacaklardı. Eskiden Komünist yönetimde memurluk yapan kim varsa, komünist öğretiyle yetişti denilerekten kurşuna diziliyordu. Yeni yönetimi Pakistan hemen tanıdı ve sonraki süreçlerde maddi desteklerde bulunmayı da ihmal etmedi. Kabil’in düşmesinin ardından önceden şehrin kontrolü için sokaklarda çatışan liderler daha sonra kuzeye çekilmek zorunda kaldılar ve “Kuzey İttifakı” adıyla Taliban’a karşı bölgeyi savunmaya çalıştılar. Bu liderlerin başında gelen 3 kişide farklı etnik gruplardandı. Biri Hazara biri Özbek biride Tacik kökenliydi. Hatta Taliban bu liderlerle bağlantılı pek çok Özbek, Tacik ve Hazara’yı katledecekti. Kuzey İttifakı ise Taliban’a karşı ülkenin sadece %15’lik bir dilimini elinde tutabilecekti.

Taliban, katı dini uygulamalarının yanı sıra ülkenin geleneksel yapısını da halka dikte ediyordu. Yani komünizmden arındırma sonrası ülke tekrar eski orta çağ zihniyetine ve düzenine geri giriyordu. Her ne kadar Taliban insan hakları açısından bir felakete sebep olsa da uyuşturucuyla mücadele konusunda yanlış bir algıya sahiptir. Günümüzde dünya afyon üretiminin %90’ının gerçekleştiği Afganistan’da, Taliban döneminde kırsal kesimde afyon ekimi çok sert bir düşüş göstermiş ama ABD işgalinin getirdiği savaşın oluşturduğu boşlukta kırsal nüfus tekrar afyon ekmeye başlamıştır. Ancak pek çok kişi uyuşturucu ticaretinin Taliban’ın en önemli gelir kolu olduğunu sanıyor. Halbuki Taliban iktidara geldikten sonra bulabildiği bütün uyuşturucuları yakıyor ve bağımlılarla beraber üreticileri de kurşuna diziyordu. Kabul etmek gerek ki, Afganistan’da uyuşturucuyla mücadelede acımasızlığı sayesinde en başarılı Talibandı.

Birinci Çeçenistan savaşı(1994-1996) ve Bosna savaşı(1992-1995) bittiği için bu savaşlara gönüllü gitmiş olan El-Kaide militanları geri dönüyordu ve onlar için artık Sudan güvenli olmaktan çıkmıştı. Afganistan’da Taliban’ın galip olması üzerine, Sudan’da yerleşmiş olan El-Kaide militanları Bosna ve Çeçenya’dan dönenlerle beraber artık Afganistan’a kamp kurmaya başlayacaklardı. Çünkü ABD baskısı altında olan Sudan yönetimi Bin Ladin’i sınır dışı etmek zorunda kalmıştı. Tek güvenli yer Taliban’ın kucağıydı.

Taliban’ın kendi iktidarını tehlikeye atmasına sebep olan hatası kuşkusuz El-Kaide’ye kucak açmasıydı. Çünkü Taliban sadece Afganistan’da, yani kendi yaşadığı topraklarda faaliyet yürütüyordu, başka ülkelerle ilgilenmiyorlardı ama El-Kaide’nin amaçları fazla küreseldi. Onlar Ortadoğu’yu ABD üslerinden temizlemek, kukla krallıkları devirmek, dünya genelinde bir İslam devrimi gibi uluslararası sınırları tanımayan hedefler içindeydi. Hedef böylesine geniş olursa tabi ki çok düşman edinirsin ama Taliban’ın düşman edinmesini sağlayacak hiçbir sebep yoktu. Onlar El-Kaide’ye kucak açarak bu sebebi kendileri yarattılar.

El-Kaide ilk saldırısını 1993’te New York’ta Dünya Ticaret Merkezine düzenlemişti. Pek çok kişi 11 eylül saldırısının ilk olduğunu sanır ama Dünya ticaret merkezi 11 eylülden 8 yıl öncede hedef alınmıştı ama o zaman başarılı olunamamıştı. Bundan sonrada sık sık ABD’nin Ortadoğu’daki birliklerini veya müttefiki olarak gördüğü kişi veya kurumlara karşı saldırıları oldu ama Çeçenistan ve Bosna savaşları bittikten sonra buradan dönen cihatçılar yüzünden bu saldırılar daha da sıklaştı.

Bosna savaşı 1995, Çeçen savaşı 1996’da bitmişti, yani şimdi yeni bir cihat hedefi lazımdı. Ağustos 1996’da ABD’ye resmen cihat ilan edilmiş ve hedefler açıklanmıştır. Bu cihat ve hedef ilanı, 25 haziran 1996’da Suudi Arabistan’da konuşlanmış olan ABD askerlerine yönelik saldırıda 19 ABD askerinin ölümünden 2 ay sonra yapılmıştı. İlanın ertesi ayında ise Taliban Kabil’i ele geçiriyordu.

Genelde pek çok kişi ABD’nin 2001’de Afganistan’ı bombalamaya başladığını zanneder ama Afganistan’a ilk bomba 1998’de atılmıştır. O yıl Tanzanya ve Kenya’daki ABD büyükelçiliklerine aynı anda düzenlenen ve 224 kişinin ölümüne neden olan saldırıların ardından ABD, Taliban yönetiminden Bin Ladin’in iadesini ve El-Kaide kamplarının kapatılmasını istemiştir. Taliban yönetimi bu baskılar sebebiyle başta Suudi Arabistan üzerinden iade etmeyi düşünmüş ama ABD’nin Sudan ve Afganistan’daki bazı El-Kaide hedeflerine füze saldırıları yapmasına sinirlenmiş olsalar gerek, bu adımdan vazgeçmiştir.

Taliban, ABD’nin bu saldırıları yüzünden iade fikrinden vazgeçince aslında tekrar büyük bir fırsat tepmiştir. Eğer vazgeçmeselerdi ve iade etseydiler belki bugün halen iktidarda kalabilirlerdi. Nede olsa Sudan’daki Ulusal İslami Cephe onları sınır dışı etmişti ve 2019’a kadar Sudan’da iktidarda Ömer El-Beşir liderliğindeki bu parti vardı. Çünkü onlar El-Kaide’yi sınır dışı ederek kendilerini iktidardan indirmek isteyenlere koz vermediler. Taliban ilk fırsatını, El-Kaide’ye kucak açıp onlara izin vererek tepmişti ve şimdi hatalarından dönme fırsatını da tekrar teptiler.

El-Kaide ise hiç durmadan müttefiklerini de tehlikeye atacak şekilde saldırılarına devam ediyordu. Örneğin 12 Ekim 2000’de, Yemen’in Aden şehrindeki limanda demirlemiş olan Amerika Birleşik Devletleri Donanması’na bağlı USS Cole (DDG-67) muhribine düzenlenen intihar saldırısında 17 Amerikan askeri öldü ve 39 tanesi yaralandı. Fakat bardağı taşıran son damla 11 eylül 2001’de 3000 kişinin ölümüne, 6000 yaralanmaya ve ABD’ye maliyeti 1 trilyon $ zarara neden olacak saldırıydı. Bu saldırıyı 15’i Suudi Arabistanlı 19 kişi gerçekleştirdi. Toplam 4 sivil uçak kaçırıldı, her birinin çarpması gereken ayrı ayrı şehirlerde ayrı ayrı hedefleri vardı. Pentagon ve Dünya ticaret merkezini hedef alan uçaklar amaçlarına ulaştılar ama Beyaz Saray ve Amerikan Kongre Binasını hedef alan uçaklar yolcuların kalkışması yüzünden başarıya ulaşamadı ve çarpması gereken yere giremedi. Eylemcilerin hepside sadece uçak kaldırmayı biliyordu ama indirmeyi bilmiyorlardı. Çünkü eğitimlerini sadece kaldırma üzerine almışlardı.

En büyük şüpheli tabi ki El-Kaide’ydi ama saldırının ortaya çıkardığı dünya çapındaki atmosferden olsa gerek 5 gün sonra Bin Ladin tarafından yapılan açıklamada saldırıların arkasında kendisinin olmadığını belirtilse de, 29 Ekim 2004’te yayınlanan videosunda ilk kez saldırıların sorumluluğunu üstlendi ve uçakları kaçıran 19 kişiyi bizzat kendilerinin eğittiğini söyledi. Çünkü 2004 yılında ABD saldırganlığını çoktan gösteriyordu ve artık çekinip saklamaya gerek kalmamıştı.

Ve Dünya çağında El-Kaide’ye yönelik operasyonlar başladı, El-Kaide kamplarının yer aldığı Afganistan hemen bombalanmaya başlanmıştı. Sonrasında işgal başladı, Taliban’da suçluydu çünkü El-Kaide’nin topraklarında barınmasına müsaade ediyordu.

Afganistan’ın işgal öncesinde sadece %15 kadarını kontrol eden Kuzey İttifakı üyeleri ABD sayesinde güç elde etme hevesinde olsalar da bekledikleri kadar mutlak güç elde edemeyeceklerdi. Başlangıçta ABD’nin kara operasyonlarının çoğunu yürüten güç oldukları için beklentileri çok yüksekti.

Taliban hem tavanı hemde tabanıyla Peştunları yoğun biçimde barındıran bir yapıydı. Bu yüzden savaş esnasında ikili tercih durumu oluşursa, Afganistan’ın nerdeyse yarısı eden Peştun halkının Taliban’ı tercih etmemesi için Afganistan’ın yeni yöneticileri de genelde Peştunlardan oluşturulacaktı ve ilk olarak devlet başkanı Hamid Karzai bir Peştun olarak başa geçirildi. Kuzey İttifakının liderleriyse başlarda pek olmasa da zaman geçtikçe onun çevresinde farklı pozisyonlarda yer edindiler.

Tabi ki ABD’nin bu taktiği tutmadı. Çünkü yönetici takım Peştun dahi olsalar, sonuçta yabancı güçlerin müdahalesi sonucu o makama erişmişlerdi. Peştun halkının halen dahi her şeye rağmen Taliban yanlısı tutum sergilemelerinin sebebi de işte budur. Hiç bir halk, en beğenmediği bir rejimin altında olsa bile, bu durumun yabancı bir güç eliyle değişmesini istemez.

Aslında ABD işgali sırasında El-Kaide ve Taliban kadrolarının çoğu Afganistan’ı terk edip Pakistan’a kaçmıştı bile. Zaten Bin Ladin’de orada öldürülmüştü ve birçok diğer üst düzey isim genelde Pakistan’daki hava saldırılarında öldürülüyordu. İşte tamda bu yüzden ABD Pakistan’ı da savaşa zorluyordu ve en sonunda 2004 yılında baskılar veya dünya genelinde oluşan atmosfer gereği Pakistan yıllardır beslediği ve iktidara geldiğinde hemen tanıdığı, hatta maddi desteklerde bulunduğu Taliban’a saldırmak zorunda kalıyordu. Bu zoraki ve çaresizlik dolu bir savaştı. 2004 yılında başlayan Veziristan savaşı günümüze kadar halen devam ediyor ve burada Afganistan’la kıyaslanamaz ölçüde çok daha kanlı bir mücadele söz konusu. Tabi ki Taliban bu kendisini satılmış ve arkadan vurulmuş hissediyor ve bu yüzden Afganistan’da yeniden iktidara gelmeye çalışırken Pakistan’dan da intikam almayı ihmal etmiyor.

YORUM EKLE