Suriye’de Baas Partisinin Sünnilerden Kopuk Olma Sebebi

Suriye için her ne kadar birçok kişi mezhepçi bakış açısıyla bir Alevi/Nusayri hakimiyeti zikretse de, bu aslında bir baas hakimiyetidir. Zaten Baas Partilerinin yada zihniyetinin iktidarda olduğu tüm Arap ülkelerinde tek parti hakimiyeti vardı ve bu sonuç aslında kaçınılmaz olan bir sonuçtur. İki tanesi dışında diğer tüm ülkelerdeki Baas Partisi veya zihniyeti, askeri alandaki yapılanmaları sayesinde gücü eline alabilmiştir. Diğerlerindeyse ülkelerinin bağımsız oluşuyla beraber zaten iktidarda yer edinebilmişlerdir.

Libya’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de ve Kuzey Yemen’de askeri darbeler olmuş(Suriye haricindekilerde krallıklar devrilmiştir) Cezayir’de ise bağımsızlıkla birlikte iktidarda yer edinmişlerdir.

Baas, Arapça’da diriliş anlamına gelir ve 1947 yılında biri Sünni biri Nusayri biride Ortodoks olan 3 önder tarafından Baas Partisi ilk kongresini yapmıştır. Baasçılığın en temel ilkelerinden olan Arap sosyalizmi, milliyetçilik/Panarabizm ve sekülerizm ilkeleri iktidarda olduğu ülkelerin çoğunluk olan topluluğunun yapısına hep ters gelmişti.

Örneğin Irak Araplarında Baasçılık, başlarda Şii, İsevi, Sünni yani her kesimden insan barındırsa da, genelde Sünniler arasında görece daha çok güçlenmişti. Çünkü Araplar arasında azınlık olan onlardı ve azınlık olduğunuz bir yerde gidipte kendi dini hukukunuzu kolay kolay kabul ettiremezdiniz. Bu hukuki yönde bir partiniz olsa nüfusu gereği başarılı olamayacağınız için siz de gidip, sizi de içine alan başka bir partiye iştirak edersiniz. Iraklı Arap Sünniler için bu partide Baas Partisiydi, çünkü Baas milliyetçiydi ve kimin hangi inançtan olduğuna bakmıyor, hangi dili konuştuğuna bakıyorlardı. Bu yüzden siyasi hayatta Sünnilerin yer alabilmesinin en mümkün olduğu adres Baas Partisinin örgütlenmeleri idi. Şiiler ise zaten demografik olarak çoğunluk oldukları için böyle bir baasçılık derdi içinde değildiler, onlar sadece kendi hukuklarını istiyorlardı. Zaten azınlık olan taraflar çoğu zaman barışı ve birliği en çok arzulayan taraftırlar ve bu yöndeki birleştirici ideolojilere azınlık olanlar diğer halklara kıyasla daha çabuk yönelirler.

Irak’ta daha sonra, özellikle 1979 İran devriminden etkilenen Şii nüfuslu dindar kesimin, bu devrimden etkilenerek merkezi yapıya çıkardığı isyan yüzünden Irak Baas Partisi, ister istemez Arap olmalarına rağmen Şiileri tehlikeli görmeye başlamıştır. İran devriminin Irak’a taşma korkusu yüzünden Sünni kesim için iş bulma, siyasi temsil ve güvenlik açısından baas partisi daha da önemli bir hale gelmiş, Baas Partisi içinse Şiileri yönetimden uzak tutmak, hem Irak’ın şeriata boyun eğmemesi hemde Mezopotamya Araplığının Farslılaşmaya evrilmemesi için önemli hale gelmişti. Yani burada Baasçılığın verdiği milliyetçilik ve laiklik ilkelerinin muhafaza edilmeye çalışılması söz konusuydu.

İşte Suriye’de de Baas Partisi için tamda bu vardı. Alevi, Dürzi, Sünni, İsmaili ve İsevi olarak 5 parça olan Araplar arasında en kalabalık olan Sünniler için Sosyalizm ve Laiklik, çok ters geliyordu. Diğer inanç gruplarından İsmaililer içinde tersti ama özellikle de Aleviler ve İseviler gibi yüzyıllardır Levant’ın alt sınıfı olmuş en sefalet dolu kesimi için siyasi hayattaki tek güvenli yol baasçılık yoluydu. Çünkü geçmişteki şeriat tecrübelerinden dolayı çok dertli olan bu halklar, laiklik ilkesinden ötürü partiye sempati kazanıyordu. Ayrıca milliyetçi söylemler sayesinde birleşebilir ve artık Sünnilerden korkmalarına gerek kalmayabilirdi. Çünkü bu vesileyle artık Sünnilere aynı milletten olduklarını hatırlatabiliyorlardı. Zaten Sünniler, ancak aynı milletten olduklarının bilincinde olarak milliyetçi ve laik sisteme entegre olunca kendi şeri hukuklarını uygulamaktan vazgeçebilirlerdi.

Fakat Sünnilerin dindar olanları, Iraklı şiiler gibi çoğunluk oldukları bilincinde oldukları için tabi ki kendi şeri hukuklarının uygulanmasını, diğer tüm kesimlere kıyasla daha ateşli savunuyorlardı. İşte tamda bu yüzden baasçı ilkeler için Irak’ta en büyük tehdidin Kürtler ve Şiiler olması gibi Suriye’de de bu ilkelere en büyük tehdit Kürtleri de içine alan Sünnilerdi. Fakat buna rağmen sanılanın aksine Sünnilerde Baas örgütlenmelerinde kendi nüfuslarına kıyasla daha az oranda olsa da kendilere yer bulabileceklerdi.

Yani Baas egemenliğinin Alevi liderliğinde olması şaşılacak bir mevzu değil aslında. Bu, tarafların inançlarının yol açtığı dürtüler sebebiyle bu hale evrildi. Bu inançsal gereksinimlerin yol açtığı ve bu işin doğasında olan mezhepsel ayrım yüzünden baas ideolojisi, Irak ve Suriye’de amaçladığı Rönesans ve reformları gerçekleştiremedi ve bu yüzden radikalize oldu. Çünkü çoğunluk olan taraflar hep kendi şeri hukuklarını ülkelerine uygun görüyorlardı ve bu yüzden iktidar olan ideolojiyi bir türlü tamamen sahiplenemiyorlardı. İşte bu ülkelerdeki krizler çemberinin kaynağı da bu birleşememezlikti. Baas Partilerinin tüm birleştirme çabalarına rağmen orta çağ zihniyetinin inatçılığı, Irak ve Suriye’de birçok terörist faaliyetin ve kaosun kaynağı oldu.

Bu terörist faaliyetlere karşı Irak veya Suriye ne zaman düzeni tekrar tesis etmeye çalışsa, baas düşmanı emperyalist güçlerce karşıt propagandalara maruz kaldılar. Mesela Lübnan iç savaşının olduğu dönemde, Lübnan bataklığına saplanan Suriye’nin bu zor durumundan faydalanmak isteyen Sünni Müslüman Kardeşler örgütü, 70’li yılların sonlarından 1982’ye kadar terör saldırıları gerçekleştirdi. Bu saldırıların en büyükleri haziran 1979’da, Halep’teki bir topçu okulunda çoğu Nusayri olan 83 askeri öğrencinin öldürülmesi ve Ağustos-Kasım 1980 arasında Şam’da yüzlerce kişinini öldürüldüğü üç bombalı araç saldırısıydı. Hükumetin sert önlemleri yüzünden Müslüman Kardeşler iyice azmıştı ve 1982 Şubatında Hama’yı kurtarılmış bölge ilan ederek Baas Partisi üyelerinin evlerini basarak yaklaşık elli kişiyi öldürdüler. Ayaklanma bastırılırken şehirdeki çatışmalarda 10 bin kişi öldü ve Baas düşmanları bunu bir katliam olarak nitelendirdiler.

Irak ve Suriye’de görülen bu sorunlar Cezayir, Libya, Mısır, Kuzey Yemen gibi baas partisi değilse bile zihniyetine sahip diğer ülkelerde görülmemişti. Çünkü bu ülkelerde yaşayan Araplar arasında demografik çeşitlilik fazla yoktu ama Irak ve Suriye Arapları için inanılmaz bir dini ve mezhepsel çeşitlilik söz konusuydu. Örneğin Cezayir’de birkaç Harici dışında tümü Sünni olan Araplar, iç siyasette Berberi karşıtlığının da etkisiyle kolayca milliyetçi ve laik sistemin içine entegre olabildiler.

Baasçılığın Levant ve Mezopotamya’nın aksine Arap yarımadasında bir örgütlenmesi olmadığını görüyoruz. Bu durumun iki sebebi var. Birincisi: bu ülkelerdeki aşiret temelli oligarşik krallıkların, tüm devlet kademelerinde ve askeriye de kendi aşiretlerinin ve onun komşularının yer bulabilmesini sağlamalarından ötürü örgütlenmenin zor olmasıdır. İkincisi ise bu ülkelerin genelinin yer altı kaynaklarından dolayı sahip olduğu refahın, halk nezdinde böyle bir örgütlenme şuuru ve gereksinimi oluşmasına engel olmasıdır. Halbuki en kritik ülkeler bu yarımadanın ülkeleridir. Çünkü ekonomik durumları gereği bu ülkelerdeki olası bir Baas egemenliği diğer ülkelerdeki baasçı yükselişe maddi olarak olumlu bir etki edecektir.

YORUM EKLE