NEREDE O ESKİ .....

                             NEREDE O ESKİ........
  Biz en çok siret ve suret dengesini kuramadık. Bedenimizi hep doyururken, ruhumuzu aç bıraktık. Oysa bilmedik ki beden yere, ruh göğe aitti. Modern hayat diye nitelendirilen, lüks ve her şeyin kusursuz olduğuna inandırılan 21. Yüzyıldan sesleniyorum size. Hemen hemen çoğumuz Nerede o eski ramazanlar, Nerede o eski bayramlar, Nerede o eski yaşantılar... gibi buna benzer birçok söz duymuşuzdur. Peki burada sorulması gereken soru şu; eğer bu kadar konfor ve lüks için de yaşıyorsak, makineler ile hayatlarımızda zamandan tasarruf edip, istediğimiz gibi yiyip, içip geziyorsak neden bu geçmişe özlem. 
    Kendimce yorumlayacak olursam Orta Çağ diye nitelendirilen dönemde bir-çok işkence çeşidi duymuşuzdur. Hatta bunlardan biri de kutu işkencesidir. Mahkûm olan kişi bir kutu ya hapsedilip orada hareket etmeden ölüme terk edilirdi. Sonunda ise hareketsizlik ve yalnızlık ile tek başına ölürdü. Aslında şu an günümüze baktığımızda bizlerde kutulara hapsedilmiş, tek farkımız bizler zamanını öldüren mahkûmlar gibiyiz. Kutu kutu evler, kutuyu andıran televizyonlar, telefonlar, laptoplar hayatımızın vazgeçilmez eşyaları durumunda. Eşyaları hayatımız için araç yerine kullanmamız gerekirken bizler araçlar ile amaçların yerini değiştirip eşyaları hayatımızın amaçları konumuna yükselttik. Yani bir nevi sabiteler ile değişkenlerin yeri değişip araçların kölesi durumuna geldik. Bugün eğer geçmişe duyulan özlemi büyük bir hasret ile yaşıyorsak değişen konuyu yanlış anladığımızdan dolayıdır. Burada zamana yenik düşüp değişen olaylar Ramazanlar ya da Bayramlar değil. Değişen husus zamanla zenginleşen insanlarda ruhun fakirleşmesi. Çünkü Ramazanlar eski ramazanlar, Bayramlar eski bayramlar. Ama ne yazık ki ne insanlar eski insanlar ne de yaşantılar eski yaşantılar. 
    Mesela bugün şu soruları kendimize yönetlebiliyor muyuz? Geniş evlerimizi ellerimizden alıp, taş duvarlar örüp bizi daracık odalara kim hapsetti. Geniş aile denilen kavramı çekirdek aileye kim indirgedi. Bir çocuğun dedesinden, anneannesinden, babannesinden ögrenmesi gereken temel bilgileri kim para ile bakıcıya devretti. Meyve verip, dallarında salıncak kurduğumuz, gölgesinde uyuduğumuz o ağaçları kimler kesip büyük büyük siteler yaptı. Daha sonra o giden ağaçları aratmamak için cansız, kokusuz, yapay çiçeklerden aynı verimliliği bekledik.
   Gördüğümüz gibi dün ve bugün alışılmışın dışında kalıplarla düşünme zorunluluğunu hissettiriyor. Biz anlam arayışını sürdürmeliyiz. Bu anlam arayışı bizi eskiye götürüyor. Dün anlamlıydı, insaniydi. Bugün ise zengin ama ruhsuz kalıyor. Bu dilemmayı çözmeliyiz... Eğer bu dilemma çözülürse Peyami SAFA nın dediği gibi “Eski başka, eskimiş başkadır. Nice eskiler vardır ki, hiç eskimez.”

YORUM EKLE