İSLAM’IN KANAYAN YARASI: KUDÜS-I

İSLAM’IN KANAYAN YARASI: KUDÜS-I

İçimizde yaşayan çocuk…!

Allah Resulü'nün (s.a.s) hatırası.
Mirac’a çıkarken 124 bin peygambere namaz kıldırdığı mübarek şehir…
Hacer-i Muallak’ın, Burak Duvarı’nın bulunduğu kutsal belde.
Hz. Ömer'in (r.a) emaneti.
Sultan Selahaddin-i Eyyubi’nin sevdası.
Sultan Abdülhamit Han’ın mirası…
Mirac’ın, göğe yükselişin abidevi şehri…

Ümmetin namusu, şerefi…
Ölümün başkenti…

Katledilen bebeklerin, öldürülen çocukların, sakat bırakılan gençlerin, yetim ve öksüz bırakılan on binlerin yurdu… 
Ümmetin suskunluğunu Allah’a şikâyet eden, şehit Şeyh Ahmet Yasin’lerin; onaltısında yirmiden fazla silahlı İsrail komandosunun gözlerini kapatıp, ellerini kelepçelediği kahraman, Fevzi el-Cuneydi’lerin; katil İsrail askerlerine sıktığı yumruğu ile sembolleşen, cesur kız Ahed Tamimi’lerin;  tekerlekli sandalyesiyle direnen korkusuz şehit, Filistinli Abu Salah’ların vatanı…
Tankla-sapanın, bombayla-taşın, silahla-yumruğun, zalimle-mazlumun savaşına tanıklık eden işgalin, acının, hüznün, öfkenin şehri…
Kanayan yaramız, acıyan yanımız, sevdamız, sevincimiz, hüznümüz, hasretimiz, öfkemiz…

***
Ey Kudüs! Böylemi olacaktı?

Sokaklarında Yahudiler müminlerine kurşun mu atacaktı?
Evleri ellerinden zorla alınıp, başlarına mı yıkılacaktı?
Mümin annelerin gözleri önünde, evlatları mı vurulacaktı?
Gencecik bedenler hapishanelerinde mi çürüyecekti?
Bunun için mi, bir aylık mesafeden sana yürümüştü, Emîr-ül Mü’minîn Hz. Ömer-ul Fârûk (r.a).
Bunu için mi ayağına kadar gelerek, şehrin anahtarını savaşsız, kansız teslim almıştı, adalet timsali, Hz. Ömer (r.a).
Bunun için mi, başına siyah sarık sarmış, gülmeyi kendine haram kılmıştı Sultan Selahaddin-ı Eyyubi.

Ey Mescid-i AksaBeytülmakdis, mübarek ev!

İlk kıblemiz.

Ey Resulullah'ın (s.a.s) Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi'den sonra müjdelediği, üçüncü mescit!
Ey Mescid-i Aksa’nın komşususırdaşı, yoldaşı Kubbet-üs Sahra!

Böyle mi olacaktı?

Avlunda kurşunlar atılıp, bombalar mı patlayacaktı?
Alçak Yahudi askerleri, Allah’ın huzurunda rükûa giden, secdeye varan, kıyama duran müminlerine, ateş mi açacaktı?
Yahudi’nin kirli ayakları mı çiğneyecekti, tertemiz mihrabını…
Kirli elleri mi kirletecekti, o eşsiz minberini?
Hani o, yıllar boyu Halep’te, Sultan Selahaddin’i bekleyen minberini…
Hani o, 12 bin parçalı, Kur’an ayetleriyle bezenmiş, sanat şaheserini…

Ey ümmetin öksüzü, yetimi, ciğerparesi…
Nasıl yaşarız bu ayıpla, nasıl veririz bunun hesabını?
Nasıl gülebiliriz, sen esirken?
Seni boynu bükük bırakmak, yakışır mı bize?
Hâlbuki Sultan Selahaddin, ne ordular hazırlatmıştı senin için.
Ne şehirler fethetmişti, sana yakın olmak için.
Sen gül diye, ne kan kusturmuştu Haçlılara…
Nasıl da dünyayı zindan etmişti, onlara…
Ne çok şehit verilmişti uğrunda…

Sultan Selahaddin...!

Kudüs’ün, Hz. Ömer-ul Faruk'tan (r.a) sonraki ikinci Fatihi.
Şarkın, En Sevgili Komutanı…
Şark'ın En Sevgili Sultanı
Kudüs’ün Sevdalısı…
Haçlıların korkulu rüyası…

Şimdi, senin gibi bir kahramanı bekler Kudüs, Ey Selahaddin!
Gözyaşlarını silmek, yeniden gülmek ve ayağa kalkmak için…


Selam ve dua ile…

Mücahit KUMANDAVEREN
16.08.2019 / Tatvan


*Tüm hakları saklıdır. Yazarın izni olmadan hiçbir şekilde, çoğaltılamaz, yayınlanamaz, kopyalanamaz.

YORUM EKLE