Hz. Nuh. (A.S)

HZ NÛH (A.S) 1

Nûh (a.s)-'ın Kavminin Özellikleri

1) Putperest idiler. Onların bu özelliği âyet-i kerimede şöyle bildirilir:

Bir de şöyle dediler; sakın ilahlarınızı bırakmayın! Hele Vedd'i, Süvâ'ı, Yeğûs'u, Yeûk'u ve Nesr'i aslâ bırakmayın! (Nûh, 23)

Putlar ve putçular, insanlık târihinde, insanları dâimâ hak yolundan ayırarak sapıklığa götürdüler. Saygı ve hâtıra için yapılan heykeller, zamanla kendilerine tapılan putlar hâline getirildi.

İnsanın inandığı ve kulluk yaptığı ilâhı, maddi bir takım şekillerle temsil ve tasavvur etmesine antropomorfist akide denir. Bu akide, insanları muşahhas şekilkere tapmaya ve nihâyetinde putçuluğa götürür. Tevhid dinlerinde ise müteâl yâni bütün âlemlerden ve tasavvurlardan yüce bir ALLAH inancı vardır. Bu inanç, insan zihnini maddeden uzaklaştırarak mücerred mânâlara yönlendirir. Maddenin çok daha ötesindeki mânevi hakikatleri kavratmaya çalışır. Fakat beşer zihni bu mertebeye ulaşma yerine kolaya kaçarak evvelâ ALLAH'ı tescim ve teşbih etme, yâni O'nu kendi dünyâ boyutları içinde tasavvur etme hatâsına düşer. Bu da insanlığın putçuluğa sapmasına sebep olmuştur.

İslâm dini ise insandaki bu meyli en güzel şekilde tasfiye ederek zihnin, ALLAH Teâlâ'yı herhangi bir cisme benzetmesini yasaklamıştır. İnsanların mücerredi müşahhas hâle getirip taabbüde yönelme dalâletine düşmemeleri için de resim ve heykeli tasvip etmemiştir. Resim ve heykelin diğer bir zararı da, hayâl gücünü tahdid ederek insanın yüksek mânâları tasavvur ve idrâk etme istidâdını köreltmesidir.

Hz Peygamber S.A.V, kabir ziyâretlerindeki ifratlar insanları putçuluğa götürdüğü için önceleri bu ziyâretleri yasaklamış, ancak tevhid inancının iyice yerleşmesinden sonra şu hadis-i şerifleriyle buna müsâade buyurmuşlardır:

Size kabir ziyâretini yasakşamıştım. Artık kabirleri ziyâret edebilirsiniz! (Müslim, Cenâiz, 106)

Kabirleri ziyâret etmek isteyen etsin. Çünkü kabir ziyâreti bize âhireti hatırlatır. (Tirmizi, Cenâiz, 60)

O hâlde kabir ziyâretleri, ölümün hatırlanması, mevtâya bir hediye gönderilmesi, yâni Kur'ân-ı Kerim okunması ve âhiretin tefekkürü için tavsiye edilmiştir.

Mâneviyat büyüklerinin kabirleri yanında yapılan duâ ve istekler de, onların hürmetine Cenâb-ı Hak'tan olmalıdır. Çünkü kuldan istenmesi, kulları şirke götürür. Nitekim Nûh (a.s)-'ın kavminde de böyle olmuştu.

ALLAH (cc) yaratılmış olan hiçbir varlığa benzemediği; yâni *muhâlefetün li'l-havâdis* sıfatına sâhip olduğu için, buud ve şekil gibi her türlü beşer tasavvurunun ötesindedir. Şeyh şibli Hz şöyle buyurur:

ALLAH Teâlâ'yı düşüncelerinizde kavrayıp akıllarınızda tam bir şekilde anladığınızı sandığınızda, bu düşünceler size iâde edilir. Çünkü bu tür düşünceler, sizin uydurduğunuz (muhdes) ve sizin gibi sonradan olma (masnû) şeylerdir...

Burada Şibli Hz, sonradan olanla (muhdesle) Kadim'in birbirinden tefrik edilmesi gerektiğini, insanlar için Cenâb-ı Hakk'ı tanımanın yegâne yolunun, O'nun bildirdiği vasıf ve özellikler olduğunu ve bundan başka bir yolun bulunmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla vahyin bildirdiklerini bir kenara bırakıp O'nu müşahhaslaştırmaya çalışmak, elbette insanı çok hazin ve süfli neticelere sürükler.

Cenâb-ı Hakk'ın, beşer idrak ve tasavvurunun çok çok ötelerinde olduğunu ifâde etmek için âlimlerimiz şu veciz kelâmı söylemişlerdir:

ALLAH Teâlâ ile alâkalı hangi düşünce gelirse gelsin, bilesin ki Yüce ALLAH onun dışındadır.

Akıl, muhdestir (sonradan yaratılmıştır). Cenâb-ı Hakk'ı bu muhdes varlıkla idrâk etmek mümkün değildir. Fakat Mûsâ (a.s) Cenâb-ı Hak'la konuşunca, büyük bir mânevi haz duydu. Bu hazzın iştiyâk ve câzibesi ile Cenâb-ı Hakk'ı görmeyi arzuladı ve bunda ısrâr etti. Bu hâl âyet-i kerimede şöyle bildirilmektedir:

Mûsâ: Rabbim! Bana kendini göster, Sana bakayım. dedi. Rabbi buyurdu ki: Sen Ben'i* (bu dünyada) *aslâ göremezsin. Fakat şu dağa bak! O dağ yerinde kalabilirse, sen de Ben'i görebilirsin!... (el-A'râf, 143)

Cenâb-ı Hakk'ı müşâhede etmek, derecesine göre ancak cennet ehlinin bir kısmına nasib olacaktır.

2) Nûh (a.s)-'ın kavmi son derece zâlim ve azgın kimselerdi. Âyet-i kerimede onların bu zulüm ve azgınlıklarından şöyle bahsedilmektedir:

Onlar çok zâlim, çok azgın kişilerin tâ kendileri idi. (en-Necm, 52)

3) Fâsıktılar. ALLAH Teâlâ şöyle buyurur:

Onlar, fâsık (günahkâr, yoldan çıkmış) bir millettir. (ez-Zâriyât, 46)

4) Kötülüklere dalmışlardı. Âyet-i kerimede onların bu vasfı şöyle bildirilmektedir:

Gerçekten onlar kötü bir milletti… (el-Enbiyâ, 77)

5) Vicdansız idiler. Âyet-i kerimede, merhamet ve şefkat hislerinden mahrum olan Nûh kavminin bu vasfı şöyle bildirilmektedir:

Onlar, (kalb gözleri, vicdanları) körelmiş bir gürûh idiler. (el-A'râf, 64)

6) Çok inatçıydılar. Nûh (a.s)'ın kavmi, tabiatları küfre ve günâha alışmış, dünyâda inadı prensip edinmiş kimselerdi. Onlar âhirette de aynı inadı devam ettirecekler, kendilerine bir Peygamberin gelmiş olduğunu kabul etmeyeceklerdir.

ALLAH Rasûlü S.A.V şöyle buyurmuştur:

Nûh ve ümmeti kıyâmet günü gelirler. ALLAH Teâlâ Hz Nûh'a:

Tebliğ ettin mi? diye sorar.

Nûh (a.s):

Evet yâ Rabbi, Tebliğ ettim. diye karşılık verir. Sonra ALLAH Teâlâ Nûh'un ümmetine hitâben:

*Nûh size tebliğde bulundu mu?* diye sorunca onlar:

Hayır, bize hiçbir Peygamber gelmemiştir. diye cevap verirler.

Bunun üzerine ALLAH Teâlâ Nûh'â:

Senin doğruluğuna kim şehâdette bulunur? deyince Nûh (a.s):

Hz Muhammed ve Ümmeti şâhitlik yapar. der. Onlar da Nûh'un tebliğde bulunduğuna şâhitlik yaparlar.

Hadis-i şerifin râvisi şu ilâvede bulunur:

Nitekim âyet-i kerimede, Muhammed S.A.V ve ümmetinin, diğer Peygamberler ve ümmetleri hakkında şâhitlik yapacakları açıkça bildirilmiştir:

İşte böylece sizi vasat bir ümmet yaptık ki, bütün insanlar üzerine şâhitler olasınız, Rasûl* (Hz Muhammed) *de sizin üzerinize şâhit olsun... (el-Bakara, 143) (Buhâri, Tefsir, 2/13, Enbiyâ, 3; Tirmizi, Tefsir, 2/2965)

ALLAH (cc), hakikatten sapmış olan bu kavme Hz Nûh (a.s)-'ı gönderdi. Âyet-i kerimede buyrulur:

Kendilerine can yakıcı bir azâb gelmezden önce onları uyar! diye Nûh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. (Nûh,1)


 

Uzun Tebliğ Yılları

Nûh (a.s), elli yaşındayken Cebrâil (a.s) geldi, Peygamberliğini bildirdi ve:

Dermesil ve kavmine git; onlara tevhid inancını tebliğ et! dedi.

Hz Nûh, ömrünün sonuna kadar tevhid inancını tebliğ edeceğine dâir söz (misâk) verdi. Kur'ân-ı Kerim'de buyrulur:

Hani Biz Peygamberlerden (tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri için) sağlam bir söz almıştık; Sen'den de, Nûh, İbrâhim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsâ'dan da.(Evet) Biz onlardan pek sağlam bir söz almıştık! (el-Ahzâb, 7)

And olsun, Biz Nûh'u kavmine elçi gönderdik. (Nûh) onlara: Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. ALLAH'tan başkasına tapmayın! Ben size (gelecek) elem verici bir günün azâbından korkuyorum! dedi. (Hûd, 25-26)

Nûh (a.s ilk zamanlar vazifesini gizli olarak yerine getirdi, sonraları âşikâr tebliğ etmeye başladı. Gençliğinde herkesin sevgisini kazanmış bir zât olmasına rağmen tebliğe başlayınca durum değişti. Kendisine çok az kimse tâbi oldu.

Kavminin meliki olan Dermesil, Hz Nûh'un bu tebliğ faâliyetinden haberdâr olunca, yanında bulunanlara:

O da kim? dedi. Onlar da:

-Bizim kavmimizden olduğu hâlde bize umayan birisi... İsmi, Nûh bin Lâmek. Baştan akıllı idi. Sonradan aklını kaybetti. Kendisinin Peygamber olduğunu söylüyor! dediler. Ardından:

Putlara da karşı çıkıyor. denince Dermesil, Hz Nûh'u yanına çağırtarak:

Yazık sana! Sen bizim ilâhlarımızı inkâr mı ediyorsun? diye zarladı.

Ayrıca, Hz Nûh'un etrafında fakirlerin olması sebebiyle onunla alay ediyorlardı. Kâfirler Nûh (a.s)-'a:

Senin peşinden gidenler sıradan ve basit kimseler iken biz hiç sana inanır mıyız! dediler. (eş-Şuarâ, 111)

Bu câhil ve zâlim kavim, kibirleri sebebiyle fakirleri ve garipleri küçük görüyorlardı. Fakat Nûh (a.s), dâvâsı kadar, dâvâsının bağlılarını da savundu. Münkirlerin ithamlarına cevap verdi:

Ben imân eden kimseleri kovacak değilim. (eş-Şuarâ, 114)

Çünkü onlar Rableriyle karşılaşacaklar. Fakat ben sizi câhil bir millet olarak görüyorum. Ey milletim! Onları kovarsam, ALLAH'a karşı beni kim savunur? Düşünmez misiniz? (Hûd, 29-30)

Dermesil ölünce yerine oğlu Nevlin geçti. O da zâlim idi. Nûh (a.s), Nevlin zamanında da tebliğine aynen devâm etti. Kavmi, O'nunla alay ediyor, üzerine toprak atıyor ve O'nu dövüyorlardı. Hattâ bayılıncaya kadar boğazını sıktılar, öldü sandılar. Ayıldığı zaman:

Ey ALLAH'ım Beni ve kavmimi bağışla. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. dedi. Gusül abdesti alıp tekrar yanlarına vardı. Onları ALLAH'a imân ve ibâdete dâvet etti. (İbn-i Hanbel, ez-Zühd, s.50; İbn-i Esir, el-Kâmil, I, 69) Bütün bu eziyetlere rağmen O, büyük bir sabır gösteriyordu. Bir lutf-i ilâhi olarak, yaralarını zaman zaman Cebrâil (a.s) tedâvi ediyordu. Müşrikler:

-Yazık sana ey Nûh! Bu dayağımız ve hakâretimize rağmen hâlâ dâvândan vazgeçmiyor musun?! diyorlardı.

Hz Nûh ise:

-Ben mecnûn değilim. Atalarınız şimdi azâb çekiyor! Aklınızı başınıza alın! diye onlara nasihat ediyordu.

Dâvetimden yüz çevirirseniz, bana bir zarar veremezsiniz! buyuruyordu.

(Nûh dedi ki:) Bu (tebliğime) karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum! Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir. Onun için, ALLAH'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! (eş-Şuarâ, 109-110)

Fakat O'nun bu dâvetine kulak veren olmadı. Hz Nûh'a kavminden çok az kimse imân etti. Oğullarından Sâm, Hâm, ve yâfes imân etti. Diğer oğlu Ken'an ise imân etmedi. Kavmi O'na, Peygamberliği boyunca çok hakâret ve işkence etti. Nûh (a.s), kavminin yaptıklarına 950 sene tahammül gösterdi. Nihâyet eziyetlere tâkat getiremeyince Cenâb-ı Hakk'a acziyeyini arz etti.

YORUM EKLE