Fidel Castro ve Komünist Kübasının Yakın Tarihi

1 Ocak 1959 tarihinde, bugünlerde adını dünyanın dört bir yanında pandemiyle mücadele eden doktorlarından ötürü sık duyduğumuz Küba'da bir değişim gerçekleşiyordu. Artık 26 Temmuz Hareketi arzuladığı devrimi gerçekleştirmişti. Bu harekete adını verende mücadelelerine başladıkları tarihti. 26 temmuz 1953’de başlattıkları mücadele 5,5 yıl sürecek ve 5000 civarında ölümle sonuçlanacaktı.

Devrimin iki büyük ikonu vardı. Ernesto Che Guevara ve Fidel Castro. Che, Küba devriminden sonra henüz 39 yaşındayken hayatını yine bir devrim amacı uğruna Bolivya'da kaybedecekti. Zaten bunun öncesinde de Kongo'da devrim için çabalıyordu. Kendisi doktordu ve bu vesileyle Latin Amerika'nın pek çok bölgesini dolaştığı için bölgedeki yoksulluğu ve bir takım grupların kayıtsızlığını görüp çözümün devrimde yattığı sonucuna varmıştı. Küba'da devrim başarılı olduktan sonra Che sağlık bakanı oldu ama yine yerinde duramayıp Kongo’ya ve Bolivya’ya gidecekti. Che devrim ihracına yönelik mücadele yürütürken Fidel’in ise kendi halkı ile devrimi tamamlaması gerekiyordu.

Fidel Castro önderliğindeki Küba devriminin önemi çok büyüktür. Ülkenin küçük oluşu ve ABD gibi liberalizmin kalesinin dibinde oluşu bu devrimi daha da sihirli bir hale getiriyor. Ancak hepsinden daha önemli olanı ise bu devrimin insanlara verdiği ilhamdır. Amerika kıtasındaki ilk komünist devrim olması Latin Amerika için büyük bir sinyal olmuştur. İşte Küba devrimini önemli kılan unsurlar bunlardır ama hepsinden daha önemli olanı Che Guevara ve Castro gibi şahısların adanmışlığı ve fedakarlığıdır. Çünkü bu insanlar doktorluk ve avukatlık gibi mevcut mesleklerini ve rahat olabilecek yaşamlarını bırakıp ölüm tehlikesi olan büyük bir yola çıkmışlardır. Özellikle de Che, adeta intihara girişir gibi bir devrimden diğerine koşarak takipçilerinin gözünde cesaret ve adanmışlığın sembolü haline gelmiştir. İşte bu yüzden onyıllar geçse de onun yüzü hala bugünün gençlerinin tişörtlerinin üzerinde.

Castro ise bir avukattı ve tıpkı Che gibi oda mesleği gereği toplumun analizini çıkarabilmişti. Klasik bir Latin Amerika ülkesi olarak Küba, zengin-fakir uçurumunun zirvede olduğu bir ülkeydi. Ayrıca zaten ufacık olan ülkenin toprakları, büyük toprak sahiplerince kontrol edildiği için toprak reformuna ihtiyaç vardı. Castro da iktidara gelir gelmez ilk bu mesele ile uğraşacak ve büyük toprak sahiplerinin topraklarını topraksız çiftçilerle paylaştırarak kırsal eşitsizliği ortadan kaldıracaktı. Fakat bu adım büyük toprak sahiplerinin isyanına sebep olduğu gibi 6 yıllık bir isyan ve karşı devrim tehlikesini doğuracaktı ama bu isyan başarılı olmadı ve bastırıldı.

Küba devrim öncesinde ABD için bir numaralı tatil merkeziydi. Amerikalılar için Küba kumar ve fuhuş adasıydı. Castro ise iktidara gelir gelmez ülkeyi küçük düşüren bütün genelev ve kumarhaneleri kapatacaktı ve bu turizmi kötü etkileyecekti(Zaten ambargo sebebiyle turizm her durumda zarar görecekti de). Bunun dışında bütün ekonomik fonksiyonlar millileştirilecek ve bu ABD’li şirketler için büyük bir zarara sebep olacaktı. Zaten ABD’nin öfkesinde ki en büyük etkende bu olmuştu.

Altmışlı yıllar zor yıllardı. Büyük toprak babalarının çıkardığı isyan neyse de, asıl sıkıntı ABD kaynaklı problemlerdi. Castro ABD işgalini düşünerek ülke güvenliği için Sovyetler Birliğini sigorta olarak gördü ve bu bağlamda Sovyet füzelerinin Küba’ya monte edilmesine izin verdi ama bu adım şu meşhur 1962 Füze Krizine neden olduğu gibi dünyanın az daha nükleer savaşa ve nükleer kıyamete girmesine neden olacaktı.

ABD kaynaklı bir diğer sıkıntı ise ABD’de yaşayan sürgündeki Kübalılardan oluşturulan karşı devrimci bir ordu ile Küba’yı tekrar liberalizme dahil etme projesi olmuştu. Rezaletle sonuçlanacak olan domuzlar körfezi harekatı sonucu Küba ordusu çok kayıp verecek ama başarılı bir şekilde isyanı bastırarak isyancıları teslim alacaktı.

ABD ambargosuna, küçük ada ve nüfusa, sınırlı kaynaklara ve dağlık arazi yapısına rağmen Küba her türlü olumsuzluğu aşacak ve Sovyet desteği sayesinde yetmişli ve seksenli yıllarda refaha erecekti. Güçlü bir sosyal yardım ağı kurarak ve devletçi ekonomik modeli takip ederek refahı genele yayacaklardı. Ayrıca doğurganlığı yüksek olan ülkede aile planlamasına giderek doğurganlık oranını düşürecek ve böylece bağıl nüfusu da azaltacaklardı. Eğitim alanında da herkese ulaşarak okuma-yazma oranını %100’e ulaştıracaklardı.

Sporda da Latin Amerika’nın birincisi olarak olimpiyatlarda şimdiye kadar en çok madalya alan ülke Kübadır. Küba olimpiyat tarihinde 209 madalya(79 altın, 67 gümüş, 63 bronz) aldı. Bunun sadece 12 tanesi devrimden önceydi. Kendisinden 20 kat kalabalık olan Brezilya’dan(108 madalya) daha fazla olimpiyat madalyası bulundurduğu gibi dünyanın pek çok farklı ülkesi için mücadele veren Kübalı sporcular da vardır. Bu Küba adasının nasıl bir sporcu fabrikası olduğunu gösteriyor, tıpkı sanatta da olduğu gibi.

Asıl devrim ise sağlıkta yaşanıyordu. Ortalama ömür büyük bir sıçrama yapmış ve bugün bile ABD’den uzun hale gelmiştir. Aynı gelir seviyesindeki ülkelere göre Küba ortalama ömürde ilk sıradadır(80 yıl) ve ABD’den(79) bile öndedir. Ayrıca Küba dışındaki 70.000 Kübalı doktor dünyanın farklı coğrafyalarında, özellikle de Afrika ve Latin Amerika'da hastalıklarla savaşmaya devam ediyor şuan Covid-19'la olduğu gibi. Küba yıllardır Latin Amerika'da bir sağlık merkezi olarak şanını koruyor.

Küba Ordusu yetmişli ve seksenli yıllarda yine Sovyet desteği sayesinde Amerika kıtasının en büyük ikinci ordusunu(Birincisi ABD) oluşturmuşlardı ve bu ordu Etiyopya, Angola, Cezayir, Suriye, Grenada ve Namibya gibi pek çok ülkede faaliyet yürütecekti. Özellikle de Angola'da devrimci hükumetin iktidara gelmesini sağlayacak ve Namibya’nın, Güney Afrika’nın ırkçı Apartheid yönetiminden kurtulmasını sağlayacaktır. Farklı aralıklarla 300 bin Küba askeri Angola'da görev yapmış ve çatışmaların zirvede olduğu dönemde 50 bin kadar asker bulundurmuştu. Che’nin düzensiz ordularla yapamadığını Castro düzenli ordularla yapıyordu yani.

Küba ordusunun Angola’dan sonra bir diğer büyük yardımı ise Etiyopya’ya olmuştu. Büyük Somali’yi kurma hayallerine kapılan ve 1969’da askeri darbe ile Somali’de iktidara gelen Muhammed Said Barre, Etiyopya’nın Ogaden bölgesini istiyordu. Hatta Ogaden’de, Etiyopya Ordusuna karşı savaşan  Batı Somali Kurtuluş Ordusu’na(BSKO) da destek veriliyordu. En sonunda 1977’de BSKO’nun çağrısı üzerine Somali bölgeye büyük bir taarruz başlattı. Zaten hali hazırda BSKO, Eritreli ayrılıkçılar ve devrimci EPRDF ile mücadele eden Etiyopya, üstelik bir yandan büyük bir kıtlıkla boğuşuyordu ve oldukça zor durumda kalacaktı. Fakat Güney Yemen ve Sovyetler Birliğininde yer aldığı ama büyük oranda Küba’nın oluşturduğu koalisyonun askeri müdahalesi sayesinde Somali, Etiyopya’nın doğusundan 1978’de atılacaktı. Bugün dahi Ogaden’in halen Etiyopya’nın elinde bulunması büyük oranda Küba ordusu sayesindedir.

Küba’yı sıkıntılı yıllarda bekliyordu tabi ki. Özellikle doksanlı yıllar çok zor geçecekti. Sovyetler Birliği dağılmıştı ve doğu bloku ülkeleri artık çözülmüştü. Artık Küba neredeyse yalnız bir ülkeydi. Bu yalnızlık yüzünden ülke ticareti felç olmuştu. Artık ekonomik ortağı yoktu ama ABD ambargosu hala devam ediyordu. Castro ise bütün yalnızlığına rağmen direnmeye kararlıydı. Ekonomide yaşanan sıkıntılar yüzünden insanlar ülkeden göç etmeye ve Florida’ya kaçmaya başladılar. Neyse ki bu durum 2000’li yıllarda turizmin gelişmesi ve Latin Amerika'da yeni devrimci hükumetlerin artmasıyla değişti. Tekrar ekonomik ortaklıklar oluştu ve Küba’nın yalnızlığı azaldı. Özellikle de Hugo Chavez yönetimindeki Venezuela'yla.

55 yıllık ambargoya rağmen ülke halen kişi başına düşen yaklaşık 10 bin $ ile bu alanda Orta Amerikanın birincisidir. Gini katsayısına baktığımızda da Zengin-fakir uçurumu minimize olmuş durumda ki; bu gelir seviyesinde bir ülke için oldukça iyi bir düzey. İnsani gelişmişlik endeksinde de yeşil kategoride yer alarak çok yüksek olarak değerlendiriliyor.

Böylesine kaynaklardan yoksun, ambargo altında, ABD tehdidi yüzünden silahlanmak zorunda kalmış, iç ve dış sabotajlara uğramış, küçük toprak ve nüfus gibi her türlü olumsuzluğa rağmen Küba büyük mucizeler gerçekleştirerek Latin Amerika ülkeleri için bir alternatifin olduğunu gösterdi ve onlarda bu alternatifi görerek aynı denemelere giriştiler.

Küba zamanında uğruna ABD ve İspanya’nın birbirleriyle savaştığı ufacık bir ada. Bu 11 milyonluk(yarıya yakını siyah ve beyaz karışımı mulatto melezi, %40’a yakını beyaz, kalanı da siyahi, biraz da Çinli var) ülke günümüzdeyse Latin Amerika'daki ABD karşıtı kutbun sembolü ve ilham kaynağı.

YORUM EKLE