Dikey Yazılar

Dikey Yazılar

Ben dedemi anlamadım,

Torunum da beni anlamayacak.

Şimdiye kadar hep yatay yazı okuyup yazdınız. Dikey yazılar denince Orhun abideleri veya Çince aklımıza gelir. İş öyle değil; Hep beraber bu gün harfleri ayağa kaldıracağız, ortaya dikeceğiz, dik harflerin dağlarda, ovalarda, çayırlarda da nasıl dans edemediklerini, nasıl tekdüze bir hayatları olduğunu, sıkıntılarına beraber bakmak istiyorum.

Alfabemiz 29 harften oluşuyor. Bunların 8 i ses veren harfler, bunları çayırların çimleri gibi düzlem düşünelim, çoğunluk ve hareket vermeyen büyük yuvarlak ve oval kalabalıklar. J harfi de Türkçeye sonradan girdiği için aradaki kaçak. Onu konu etmemize gerek yok.

Yumuşak dediğimiz aslında yumuşak olmayan harflerimiz de var. Ç, Ğ, Ş, bunlar küçük farklılıklar çıkartan, hayata anlam katan harfler. Çok kullanılmayan etkili harfler. Altta üstte yazı yazarken nokta ile belirttiğimiz bir noktanın ötesindeki hareketlilik sağlayanlar. Denizin üzerindeki köpükler, kabarcıklar gibiler.

C, m, n, r, s, v, z gibi uyumlu, yazıda kullandığımız süssüz harfler. Bunlar okutan harfler gibi hem uyumlu hemde sıradan olan, olmazsa olmaz süssüzler alfabenin taşları, topraklarıdır.

Bizi ilgilendiren b, d, f, g, h, k, l, p, t, y karekterleri dikey oluşundan kaynaklanan yazının içinde hareket sağlayan çoğunluk. Yazıya estetik katan, harfler ayağa kalktığında duruş sergileyen, g, y derinlik katan diğerleri başkaldırmışlığı temsil eden güzellikler, alfabeye hareket katanlar.

Osmanlı 600 yıllık bir medeniyet. Kendi alfabesini benimsemiş, yazıya ruh vermiş, yazının şekliyle ruhunu içselleştirmiş, duygu katmış, duvarlara tablo olarak asmış, sanatı, sanatçısını zirve yaptırmış, kalemle buluşması zarefete dönmüş hat sanatından bahsediyorum.

Bizler yüz yıldır kullandığımız ithal latin alfabenin ithal fontlarını kullanıyoruz. Bu yeni alfabeyi içselleştirmediğimizin göstergesi. Bir kelimeyi yazarken 10 dan fazla harf kullanılmaya, kelimeleri adalaştırmaya başladık. Bir cümleyi bir kelimede anlatmaya çabalıyoruz bu alfabenin başarısını değil başarısızlığını gösterdi. Yeni bir şey üretemiyormuşuz öldürüyormuşuz hissini, kaybediyormuşluklarımızı, yok ediliyoruzu, kendimiz yok oluyoruz demektir. Yeni kelime üretemediğimizden, eskiyi de sahiplenemiyormuşuz bu daha fazla acı verirken, çekemiyormuşmuşuz gibi algılanmamalı.

Dikey yazıları dikey alfabe ayakta tutar. Osmanlıcada 29 sessiz harf vardı, latin alfabesinde 21 sessiz harf ile yazı yazmaya başladık, kısırlaştırıldık. Osmanlıcada yazı sekiz hat üzerinden yazılırdı. Celî, Kufi, muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rika. Bugün el yazısı bile kaldırdılar yerine arial, times new roman, comik sans, caveat gibi bize ait olmayan yazı tipleri çıktı.

İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra hat sanatının ölümsüz merkezi olmuştur. Bütün İslam dünyasında tartışmasız kabul edilen bu gerçek en güzel biçimde şu sözlerle ifadesini bulmuştur: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Bütün İslam alemi hat sanatını öğrenebilmek için İstanbul’a koşmuştur.

Yazıda ekol olmuş Türk hattatlarının bazıları; Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım, Mahmut Celaleddin Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’dir.

Üstad Hâmid Aytaç: hat sanatının zirveye ulaşmasını şöyle tarif eder.

“–Üç temel husûsiyet ile...” der ve şunları söyler:

“–Bu yazı;

1) Bin senelik bir tekâmül,

2) Yapısında meknûz sanat istîdâdı, yani şeklinde yumuşaklık ve kavislerin bulunması, bunun da insan hâlet-i rûhiyesiyle tenâsüp arz etmesi,

3) Aralıksız devam eden bir dînî gayret ve heyecan neticesinde böylesine bir sanat hâlinde hârikalaştı. Çizgileri, ruhları teshîr eden, sessiz fakat son derece akıcı bir şiir şekline büründü."

Bir alfabeyi inşa eden, yazıya estetik katan, ayağa kaldıran ve derine inen harfler alfabenin yapı taşlarıdır. Aykırı dikey yazılar gibi dikey harfler bir alfabeyi kurtaran şiirsel ifadelerdir. Yüzyıldır kullandığımız alfabeye renk ve değer koyamadığımız ortada. Yazı sadece anlatmak için değil, anlam katıp aktarmaktır. Dedelerimiz bizlerin bugünkü durumumuzu görselerdi eminim çok üzülürleridi. Verdikleri emeklerle bizlerin bugün onları geçemeyişimizin nedeni, bizim yeteneksiz olduğumuzdan değil elimizdeki malzemenin yetersiz oluşundan kaynaklanıyor.

Veysel Bozkurt

YORUM EKLE