Beyazlara İnat Müslüman Olma Furyası

ABD’de özellikle 60 ve 70’li yıllarda renkçiliğin tekrar zirve yaptığı dönemlerde Siyahlarda bir tepki halinde hayatın her alanında beyazlara karşı zıtlaşma çabası hakimdi. Bu zıtlaşma çabasının dini alandaki yansıması ise tabi ki Müslüman olmaktı. Siyahilerden oluşan Devrimci Kara Panter örgütü de bu zıtlaşmanın soğuk savaş atmosferinin yansımasıdır mesela.

“Eğer bize bu acıları yaşatan Beyazlar Hıristiyansa o zaman biz Hıristiyan değiliz” tarzında mantıksal değil duygusal bir zıtlaşmaydı bu. Bu neslin en bilinen örnekleri Muhammed Ali, Malcom X gibi sonradan Müslüman olmuş halk önderi siyahi isimlerdi.

Eğer dini alandaki bu zıtlaşmayı tersine çeviren Martin Luther King gibi papaz halk önderleri olmasaydı bu zıtlaşmanın boyutu çok daha büyük olabilirdi. Fakat bir Baptist Papaz, siyah hakları için mücadele eden en etkili lider olmuştu ve suikaste kurban gitmişti. Ayrıca kendisi beyazları dini ve ahlaki anlamda yozlaşmış görüyordu. Yani sorun inançta değil, inancın gerektirdiklerini uygulamamakmış meğerse. Zaten Martin Luther King sürekli ABD’nin büyük bir yozlaşma içinde olduğunu vurgulardı. Bunun renkler arasındaki zıtlaşmanın dini alana yansımasının büyük oranda önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

Muhammed Ali ve Malcom X gibi isimler, Beyazlara inat Müslüman olma modasının en bilinen isimleri olduğu için onların bulunduğu ülke olan ABD bu modanın en iyi örneği. Bu moda mantıksal yorumlara değil tamamen duygusal ataklara bağlıydı. Yani Siyah karşıtlığının oluşturduğu beyaz düşmanlığının bir eseriydi ve bunu anlamak için onların ABD’nin düşmanı olarak gördükleri farklı ideolojilere karşıda dostane durmaları gösterilebilir. Mesela Muhammed Ali’nin Küba’nın Anti-Emperyalist duruşundan ötürü Sosyalizme karşıda büyük bir sempatisi vardı. Yani “ABD’ye düşman kim varsa ben oyum” tarzı bir düşünceydi bu.

Tanınmış isimlerden ötürü bu modanın örneklemesine ABD’den başladık ama günümüz ABD’li siyahilerine bakılırsa bu moda ABD’de bitmiş durumda. Çünkü ABD’de bu tepkinin sürdürülebilir olmasını sağlamaya yetecek kadar Müslüman nüfus oranı yoktu. Fakat Afrika’da ve Avrupa’da tam gaz devam ediyor bu yarış. Çünkü oralarda bu yarışı sürdürebilmeye yetecek kadar Müslüman nüfus oranı mevcut.

Hıristiyan misyonerlerle Müslüman misyonerler arasındaki siyahları kapma yarışının en çekişmeli cephesi kuşkusuz Afrika. Çünkü Avrupa’da yaşayan siyahilerin, bulundukları ortamdaki tüm farklı görüşteki beyazlardan etkilenme ihtimali oluyor ve farklı düşünceler gelişebiliyor ama Afrika’da kalmış Siyahlar için, görmedikleri bir coğrafyada yaşayan herkes hemen hemen aynıdır. Atalarından işittiği “Bu beyazlar bize çok kötü muamele yaptı” cümleleri işitildikçe tabi ki onların kafasında Beyaz adam eşittir kötü ve zengin adam algısı oluşuyor. Halbuki Avrupa’ya gittiklerinde kendi proleter çevrelerinin Afrika hakkındaki görüşlerinin eski dönem egemen burjuva sınıflarının düşünceleriyle örtüşmediğini görüyorlar.

Egemen burjuva sınıfının ve ezilen proleter sınıfın farklı mandacılık görüşleri bu mücadelenin renkler arasında değil toplumsal sınıflar arasında emek merkezli olduğunu gösteriyor. Nasıl ki İngiliz burjuva sınıfı hem kendi İngiliz işçi sınıfını sömürüyor(Sanayi devriminin ilk yıllarında ortalama bir İngiliz işçinin ömrü ortalama 30 yıl civarındaydı çünkü İngiliz Patronlar ne çalışma saatlerini, ne iş güvenliğini, nede Beslenme düzenini çok masraflı olduğu için önemsemiyorlardı) hemde sömürgelerdeki insanların emeklerini sömürüyorlardı, işte burada bölgesel bir emek sömürüsünün değil küresel bir emek sömürüsünün olduğu ve bütün dünyanın ezilen işçi ve çiftçi sınıflarının ortak bir acıyı paylaştığı görülüyor. Avrupa’daki bu farklı ve çatışan düşünceler elbette siyahlar üzerinde farklı etkiler yaratıyor.

Avrupa’daki bu yarışın ABD’deki gibi bitmemiş olmasının sebebi ise Avrupa’ya göç eden Beyaz Müslümanların bu kapışmayı Müslümanlar lehine hala canlı tutabilmesi. Fakat ABD’de oransal olarak kayda değer bir Müslüman Nüfus olmadığı için bu kapışmayı Müslümanların sürdürebilmesine olanak yoktu. Avrupa’da Müslüman oranı kısmen daha yüksek olduğu için bu kapışma şimdilik sürebiliyor. Bu Müslüman beyaz göçmenler sayesinde(ki bunların içinde bizimkilerde var) halen Avrupa’da siyahilerin tamamen iseviliğin içine düşmediğini görebiliyoruz. Tabi şuan ki tablo her iki Sami din geleneği varyasyonunun mensupları içinde yeterli görülmüyor, o ayrı bir tartışma konusu!

Afrika ise Müslümanların en ufak bir alan bulmaları halinde hızla demografik avantajı ellerine alabildikleri bir yer. Çünkü kıtanın ekonomik ve siyasi istikrarsızlığının insanlarda oluşturduğu gerilim, bu gerilimin kaynağının görüldüğü anda şiddetle karşılık verilmesine sebep oluyor. Halen Beyaz insanların görüldükleri yerde öldürülmeye veya soyulmaya çalışıldığı mahalleler ve köyler var. Müslüman bir siyah misyoner bu beyaz karşıtlığını kullanarak çok daha kolay bir şekilde Siyahileri döndürebiliyor. Beyaz Misyonerler her ne kadar geçmişteki olayların dinle bir alakası olmadığını ve yozlaşmış siyasi erklerin bunları gerçekleştirdiğini söylemeye çalışsalar bile şu bir gerçek ki; insanlar genelde inanç ve ideolojileri yargılarken o inancın veya ideolojinin ilkelerine mantıksal bir yaklaşım getirmek yerine, o inancın veya ideolojinin takipçilerinin davranışlarına bakıyorlar. Çünkü bu yöntem bilinçaltındaki dünyamızda daha pratik ve kolay. Fakat bu yaklaşım mantıksal değil duygusal olduğu için yanılsamalara yol açabiliyor.

Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan ve aynı zamanda en çok Hıristiyan’ın yaşadığı Nijerya’da önde gelen bir rahip(adını hatırlayamadım), Müslümanları misyonerlikle suçluyor ve bölgeye gelen Müslümanların yardım adı altında misyonerlik yaptığını söylüyordu. Bu konuda haklı olsa da bunu daha öncede kendileri yapmıştı. Şimdiyse eskiden kendilerinin yaptıklarını başkası şimdi yapıyor diye küplere biniyorlar.

Güzelim Afrika’nın geleneksel dinleri semavi dinler yüzünden yok oldu ve hala yok oluyor maalesef.

Afrika’daki bütün kiliselerin misyonerlik yarışı konusunda endişeleri var ve İslam dininin bu duygusal fonksiyonlar sayesinde hızla yayılabildiğini görüyor ve söylemekten de çekinmiyorlar.

Yakın geçmişte Yakubu Gowon ve İdi Amin, Günümüzde ise Ömer El-Beşir gibi büyük Hıristiyan soykırımları gerçekleştirmiş Müslüman diktatörler bile siyahların beyazlardan çok Müslümanlardan nefret etmesine sebep olmuyor. Çünkü Beşir, Gowon ve Amin gibilerinin öldürdükleri insan sayısı Avrupa’nın burjuva sınıfının önderlik ettiği zorbalık ve katliamın yanına bile yaklaşamaz derecede. Yani tarihin izleri yakın geçmişte olanlarla örtülemeyecek kadar büyük.

Sahra Altı Afrika’nın %90’ı kırsal alanlarda yaşıyor ve çoğunlukla kendi ülkesinde yaşanan gelişmelerden bile bihaber. Yani hala komünal düzen hakim. Kimi yerlerde insanlar ülkelerindeki rejim değişikliklerinden on yıllar sonra haberdar oluyorlar(bu abartı değil). Bu yüzden kalıplaşmış görüşlerin yok olması ve yeni fikirlerin gelişmesi için medya üzerinden propaganda yapmak bir işe yaramıyor. Çünkü çoğu siyahın, bu tür teknolojilere ulaşma şansı yok. Bu yüzden bütün misyonerlik örgütleri köy köy, mahalle mahalle dolaşmak zorunda kalıyor fikrini yaymak için. Bu yüzden birçok misyonerlik örgütü eğer siyasi alandan çekiniyorsa “yardım kuruluşu” adı altında faaliyet yürütüyor. Zaten yardım kuruluşu olmak cömertlik sıfatıyla daha kolay eleman kapmanıza da vesile oluyor.

Yakında Birçok Afrika ülkesinin Angola gibi İslam’ı yasakladığını görürsek ben buna şaşırmam. Bu gibi gelişmeler Siyahları döndürmek isteyen Müslüman misyonerler için felaket olur. Çünkü hala ilkel çağlarda yaşayan kırsal bölge insanlarına ulaşmak zorken birde üstüne siyasi engeller çıkınca cabası oluyor. Zaten günümüz Angola’sın da olanda tam olarak bu.

Nasıl ki Latin Amerika’daki ırki gerilimler dini yaşama etki etmedi, çünkü farklı bir dini görüş ortaya koyabilecek yeterli sayıda Gayri-İsevi yoktu, işte Afrika’nın büyük bölümünde de bu durum yaşanıyor.

Fakat şu bir gerçek ki her ne kadar şuan Kara Afrika’nın üçte ikisi İsevi, geri kalan kesimlerse Müslüman ve diğer geleneksel Afrika dinlerinin takipçilerinden oluşsa da Müslümanlar, geçmişi kullanarak buldukları alanları daha iyi değerlendiriyorlar. Yeter ki siyasi veya iletişim engellerini aşıp alana ulaşabilsinler.

Kara Afrika’da ki bu gidişatı tersine çevirmek için ilerde siyahi bir papa Vatikan’ın başına geçirilirse ve Katoliklerin ruhani lideri olursa şaşırmamak gerekir, bunun siyahilerin dini yapısı üzerindeki etkisi, ABD’nin siyahi bir başkan seçmesinden kat kat daha fazla olur. Nasıl ki siyahi bir başkan yerli Afrikalılar nezdinde ABD’ye karşı sempatinin artmasına vesile oluyorsa(ki aslında Obama siyah bile değil İrlanda-Kenya kırması bir melez olmasına rağmen), siyahi bir Papa’da, Hristiyan kurumlara karşı yerli Afrikalıların sempatisinin artmasına sebep olabilir. Müslümanlarınsa siyah birini halife yapma şansı zaten yok.

Şunu unutmamak gerek, iki büyük dinde yaşlandıkça merkezi bölgelerinde eleman kaybederken çevre bölgelerde güç kazanıyor ve dünya’da nüfusun en hızlı arttığı bölge Kara Afrika. Dünya nüfusunun artış hızı her yeni nesilde sert bir düşüş gösterirken, Kara Afrika’da ise bu düşüş çok hemde çok çok yavaş gerçekleşiyor. Bu nüfusu kazanan inanç veya ideoloji demografik sıralamada birinci olur ve şuan oluyor da zaten.

Elbette refah, kültürlü ve güçlü 10 kişi, sefil, cahil ve etkisiz 100 kişiden iyidir. Amma ve lakin misyonerler için önemli olan bu değil, onlar ayaklarının altında saf kalabalıklar istiyorlar ki bu sayede cemaat veya tarikatları daha çok prim kasabilsinler.

YORUM EKLE