Hepimizin bildiği bir masal vardır. Zamanın en merhametli, en marifetli, en becerikli, en edepli, en ahlaklı ve çok güzeli olan Pamuk prenses zehirli bir elma ile uyutulur. Bir müddet tüm donanımlarıyla özelliklerini sergileyebildiği bir ortamda yaşamış ve kimse ona kıyamamıştır. Fakat melun bir cadı hariç. Nitekim etrafına iyilik dağıtan prensesimiz bir boşluğuna gelir ve ebedi düşmanı cadı tarafından zehirlenir. Bir müddet başıboşluk yaşanır ve bir komutan -Prdn- prens gelir ve uyandırır bizim kıyamadığımız prensesimizi. Ardında da evlenir O’nula ömür boyu mutlu bir yaşam sürerler. İşte benim konum buradan sonra başlıyor demek isterdim fakat, O bahsettiğim ve dünyanın hayali olan huzur daha zihinlere doğmadan katledilmiştir şu mübarek Arafe günü. O zaman gelelim asıl meseleye. Mesele dedim de figüranları ve rolleri doğru belirleyip dağıtmak lazım. Belki de bir çoğumuz hemen aldık ve kafamızı önümüze eğip benim gibi yüzü kızararak suçluyu zihnimizde belirledik bile. Ey kendini pamuk prenses sana ümmetin zavallı bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyebilen vefasız kardeşlerim. O yılan içimizde; hatta belki biziz de kendi kendimizi sokuyoruz. Zehrimiz kafa yapınca da uyuşturucu keyfi bir aşağılama yaşıyoruz. Cümlelerimi zor topluyorum. Çünkü, hala yaşıyorum acınası halimizi. Kanal açık ve ha bire normal bir kedinin oyuncağı kaybolmuş haberi sunar gibi hafifleterek sunuyor benliğini kaybetmiş vicdanlara. Ne kadar da alıştık yanı başımızda yaşanan vahşetin bir savaş olduğunu zannederek haber tadında dinleyen kulaklarımıza karşılığını değersiz bedduaların dilimizle verilmesine. Çünkü yanı başımızda şehir olan askerlerimizi haberini alırken umursamaz tavrımız götürüyor benliğimizi, rezilliği üstünlük saydığımız kerebiç kalmayacak savaşında verdiğimiz amansız mücadeleye. Arafe günü; şu duayı okursan, sağa sola sayarak selam verirsen vs yaparsan cennete gidersin diye bizi fütursuzca işleyen toplumun mimarları sebataycılıkta ders verir konuma gelmiş selefi akımın köleleridir. Vallahi bir gün hesap soracak o meydanlar. Basın açıklaması ile hava atma görevi verilen, orada bulunarak sıratı geçtiğini düşünen, Tel’in haykırışları ile cihat yapan siyasi koltuğuyla kademe atlamaya gelen, dini yaşamayı memurluk zanneden, zalime karşı gelmek yerine bıraktığı hasarla görevli olduğunu düşünen ey kardeşlerim. Onlar bizi önce dokudular, işlediler, masaya oturttular sonra kucaklarına aldılar bölüp parçalayıp birbirlerine ikram ettiler. Sonra? Evet daha sonra? Sonrası yok. Çünkü dün Tel’in mitingine gittik ya! Orada İslam’ı bitirdik geldik. Artık normal hayata dönebiliriz. Malcom2un dediği gibi şiddeti beddua ile durduramazsın! Kardeşlerim bize deniliyor ki! “O’nlar sizinle top yekûn savaştıklarında Siz de o’nlarla top yekûn savaşın”, “O’nlar sizinle ne ile savaşıyorlarsa siz de o’nlarla öyle savaşın” Hem ekonomik, hem manevi, hem de bedenen. Elbette eleştirmek de var, tel’in de var, beddua da var ama yerine göre. Önce kendine söz dinleteceksin. Sonra O toplum zaten oluşur. İslam dinini iyi anlayıp yaşamak lazım. “ Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin!” İslam dini huzur verir adalet sağlar, korur, güven verir ve kurtuluşa götürür. Müslüman ahlaklı, merhametli, saygılı, sevgi dolu, becerikli, edepli ve hakkın savunacak kadar adaletli olup kardeşine sahip çıkan bir mertebededir. Fakat kendine gelmesi için prensesi -prdn- bir komutan beklemesine gerek yok. Belki de o komutan içimizdedir. Uyan demiyorum, çünkü klasikleşmiş ve anlamını yitirmiş bir uyanış istemiyorum. Necip Fazılın dediği gibi ayağa kalk dedik ayağa kalk dedik yıllarca, bir kişi kalktı o da amuda kalktı. Ey kardeşim, lanetli Yahudi daha ne kadar vahşet işlemeli de sen uyanacaksın. Yada uyanmadan sırt çevirerek namazını kıldığın kardeşlerinin hesabını vermeye beleş yolcu gibi gideceksin! Ey Kahhar! İsrail’i kahr-u perişan et! Yerle yekzan et! Ey Rahman! Kudüs’ün fethini bekçilerine nasip et! Amin!
AZ DAHA UYANDIRACAKLARDI