Müslüman Kardeşler(İhvan), 1928’de Kurulmuş ve amacı her ne kadar Mısır’daki İngiliz varlığını sona erdirmek olsa da, daha sonraları Sol Milliyetçilere karşı köşeye sıkıştıkları zamanlarda liberalizmle işbirliğine gitmekten kaçınmamışlardır. 1952 yılında Cemal Abdülnasır’ın liderlik ettiği askeri darbe sonucu İngiliz işbirlikçisi Kavalalı hanedanlığı(Türk bir hanedanlık) son bulmuş ve İhvan bu darbeden memnuniyet duymuştu. Fakat daha sonra Mısır, milliyetçi ve laik yeni iktidarla, Şeriat isteyenlerin kavgasına girecekti. Her ikiside İngiliz destekli hanedanlığa karşıydı ve bu yüzden hanedanlık kalkana kadar aralarında sıkıntı yoktu ama hanedanlığın gitmesini istemelerinin sebepleri farklıydı. Birisi sol milliyetçiliğinden diğeri ise şeri yönetim arzusundan kral Faruk'a karşıydılar.
İhvan tıpkı Almanya’da Nazilerin yaptığı gibi taburlar halinde örgütleniyor ve her tabur işçiler, öğrenciler, serbest meslek mensupları olarak üç gruptan oluşuyordu. Her grup haftada bir kez bir araya geliyor ve sabaha kadar ibadet ediyorlar, eğitmenlerden dersler alıyorlardı. 1943’te taburlar 10 kişilik "aileler" halinde örgütlendi. Aileler haftada bir toplanıyordu. Aile bireylerinin alkol, kumar, v.b. gibi yollara sapmaları yasaklanmıştı. Evli çiftlerden yalnızca biri örgüte katıldığında evlilikleri sayılmıyordu, illa ailesiyle beraber katılacaktı. Aileler taburlara, taburlar da merkez karargaha bağlıydılar. Her cami inşaatının yanına erkek ve kız okulları açıyor ve oluşturdukları izci örgütlenmeleriyle tıpkı Nazilerin yaptığı gibi gençlerin fiziksel ve politik yeteneklerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Bu gençlik kuruluşları İkinci Dünya savaşı döneminde Mısır'ın en güçlü gençlik örgütü haline geldi. İşçiler için gece okulları, sivil hizmet sınavlarına hazırlamak içinde dershaneler açıyorlardı. Öğrencileride ilerde üst mevkilere gelip güç kazanmaları ve kadrolaşmayı kolaylaştırmalarını sağlamaları için sınavlara hazırlıyorlardı. Merkezlerde hastaneler, kırsal bölgelerde klinikler açmışlardı. Kendi işçi sendikalarını oluşturuyor, kendi fabrikalarını, matbaalarını, dokuma, inşaat ve mühendislik işletmelerini kuruyorlardı. Adeta paralel devlet yapılanması oluşuyordu. Bu icraatlerinin benzer aşamalarını biz Türkiye’de ise FETÖ ile görmüştük.
İhvan’ın lideri Banna’nın hocası Raşit Rida, yayınladığı haftalık Işık Evi dergisinde şunları yazıyordu: “Arabistan’da İbni Suud’un Vahhabi hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud Hükümeti, Osmanlının yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu yana, bugün dünyanın en büyük Müslüman gücü olmuştur. Din düşmanlığı ve zararlı yenilikleri kabul etmeyen ve Sünnete yardımcı olacak tek güçtür”. Banna ise 1936’da yayınladığı Manifesto’da laikliğin, İslam’ın dinden uzaklaşması olduğunu vurguluyor, siyasal partilerin yasaklanmasını ve ordunun İslamcı bir cihad ordusu olmasını istiyordu.
Bundan yaklaşık 30 yıl önce 1987’nin 18 Ağustos’unda Murat Bardakçı İhvanın o dönemki lideri Muhammed Hâmid ebu’l-Nasr ile bir röportaj gerçekleştiriyordu ve Röportajdaki Türkiye konulu sorulardan biri de Müslüman Kardeşlerin Atatürk’e bakışıyla ilgiliydi ve şöyle diyordu: “Atatürk bence kâfir değil, “mürted”, yani “dinden çıkmış” bir kişiydi. İttihad ve Terakki tarafından göreve getirilmişti ama İttihad ve Terakki’yi de harcadı ve Türkiye’ye İslâm’ın ruhuna uymayan ilkeleri yerleştirdi. Türkiye’nin inancını, siyasal ve sosyal alanlardaki bütün ilkelerini değiştirdi. Cemal Abdülnasır’ın Mısır’da yaptığı gibi... Abdülnasır’ı da biz, yani Müslüman Kardeşler iktidara getirmiştik ama bizi de harcamıştı. Müslüman Kardeşler olarak, Atatürk’ü uzun yıllar dünyaya hükmeden İslâm birliğinin sembolünü, yani Hilâfet’i yıkıp ortadan kaldıran kişi olarak tanıyoruz.” Şu cehalete bakar mısınız? Ne İttihat ve Terakki Atatürk'ü Türkiye'nin, nede Müslüman Kardeşler Cemal Abdülnasır'ı Mısır'ın başına geçirmiştir. Atatürk milli mücadeleyi başlattığında İttihat ve Terakki dağılalı 1 yıl olmuştu, Cemal Abdülnasır'sa kendi gibi milliyetçi ordu mensuplarıyla darbe yaparak kralı devirmişti.
Müslüman kardeşler örgütü Atatürk düşmanlığını sadece mevzu bahis olan durumlarda değil durduk yere sürekli haykırıyordu. Onlara göre Atatürk halifeliği kaldırarak İslam dünyasının birliğine büyük bir kazık atmıştı. Mısır’ın Atatürk’ü diyebileceğimiz Cemal Abdül Nasır’dan bile bu kadar kinle bahsetmiyorlar. Örgüt El Dava adlı yayın organıyla düşüncelerini yayıyordu ve El Dava’nın yayınlarında ağırlık verdiği konulara bakınca kendine dört ana düşman seçmişti: Hıristiyanlık, Komünizm, Atatürkçülük ve Yahudiler. Bütün haber ve yorumlar bu dört düşman temelinde oluşturuluyordu.
İhvan, 1943 yılında 1000 kişilik bir özel vurucu güç oluşturdu. Bu güç, sinema ve tiyatroları bombalıyor, Yahudilere ve Kıptilere(Mısır'ın yerli isevi halkı) saldırıyor, Solcu ve milliyetçilere suikast düzenliyordu. Bu olayların üzerine 1948 senesinde Başbakan Muhammed Fehmi en-Nukraşi Müslüman Kardeşler’i yasa dışı ilan etti ve kapatılmasını emretti. Bu karardan 20 gün sonra ise suikast sonucu başbakan Nukraşi öldürüldü. Suikastin ardından örgütün kurucusu Hasan el-Benna i1949 senesinde Kahire’de öldürüldü ama İhvan, lider endeksli değil ideolojik eksenli bir örgüt olduğu için lideri öldü diye gücünü kaybetmedi.
İhvan, Nasır'ın Süveyş Kanalını devletleştirmesinden sonra 1954'te darbe girişiminde bulundu(Süveyş Kanalının millileştirilmesi başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Batının ticari sebeplerden ötürü şiddetle karşı çıktığı bir durumdu). Tıpkı Türkiye’de FETÖ’nün yaptığı gibi batı ile işbirliği içerisinde olan bu girişim, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Liderlerinin büyük bir bölümü darbe girişimi başarısız olunca Suudi Arabistan'a kaçtılar. Suudlar onlara okullarda ve üniversitelerde iş verdi. Mısır’da kalanlardansa binden fazla İhvancı tutuklandı, lider konumundaki altı kişide idam edildi. Aynı sene bu sefer Nasır’ı suikast yoluyla alt etmeye çalıştılar ama yine beceremediler.
Nasır'ın ölümünden sonra iktidara gelen Sedat, örgütü umutlandırmıştı. Sedat iktidara gelir gelmez, Nasır'ın izlemiş olduğu politikalar hemen terk edildi. "Açık kapı" siyaseti benimsenerek Sovyetler Birliğinden uzaklaşıldı ve ABD politikaları uygulama alanına konuldu. ABD’ye İnançlı bir Müslüman, yeminli bir komünizm düşmanı olduğunu kanıtlamak için Sedat, Nasır döneminde hapsedilen Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini serbest bıraktı. O dönem Komünizm ve Baasçılık Ortadoğu'da daha büyük bir tehdit olduğu için İslamcılar hep Sovyetler Birliği'nin müttefiklerine karşı her yerde Liberalizm tarafından destekleniyordu. Fethullah Gülen’inde Türkiye’deki ilk siyasi faaliyetinin ABD direktifi ve desteği ile kurulan "Komünizmle Mücadele Derneğine" üye olarak başladığını hatırlatmakta fayda var.
Sedat yönetimi, üniversitelerdeki Nasırcı, solcu öğrenci egemenliğini kırmak için, İhvana desteğini esirgememişti. Okullarda örgütlenerek solcu ve Nasırcı öğrenciler baskı altında tutuldu. Tıpkı Türkiye’de kamu kurumlarında laik egemenliğe karşı tüm cemaat ve tarikatların güçlendirilmesi gibi.
Örgüt üniversiteliler için yaz kampları kurarak, buralarda dini ve bedensel eğitimler veriyordu. Üniversitelerde güçlendikçe alkol kullananlara, örtünmeyen öğrencilere saldırılar başladı. Sokaklarda, meydanlarda, halka açık yerlerde toplu namaz gösterileriyle sov yapılıyordu, Hıristiyanlara, türban takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. Hıristiyanların iş yerleri soyuluyor, yağmalanıyordu. Mısır’da dini azınlıklar bu yüzden ülkeden kaçmaya başladılar ve bu kaçış hala sürüyor. Günümüzde Mısır’daki Kıpti nüfusunun yarısı kadar Avrupa ve Amerika kıtalarına sığınmış Kıpti bulunuyor. Halbuki Kıptiler Mısır’ın asıl sahipleridir, Araplar, Hz. Ömer döneminde bu toprakları ele geçirmiş ve göç ede ede yüzlerce yıllık süreçlerin ardından çoğunluk haline gelmiştir, şimdiyse Kıptileri korkutup kaçmaya zorluyorlar.
Sedat’ın ABD ve Suud yönetiminin politikaları doğrultusunda Mısır’a İslami bir kimlik kazandırma çabaları, Nasırcı, ulusalcı, laik kesimleri susturmuş olmasına karşın, Müslüman Kardeşlerin beklentileri, ABD ve Sedat’ın istediği seviyenin çok daha ilerisi boyutlardaydı. Sedat sadece komünizme ve Nasırcılığa karşı İslamcıları kullanmak istemişti ama İhvan Mısır'ı komple şeriata geçirmek istiyordu.
Başarısız oldukları darbe girişimi ve Nasır'a yönelik suikast girişimleri sonrası Müslüman Kardeşler, üyelerinden Seyyid Kutb’un(1906-1966) öğretilerini benimsemeye başladı. Seyyid Kutb, hayatının bir döneminde ABD’de öğrenim görmüş biriydi. Kutb, 1965’te Nasır’a yönelik yeni bir suikast girişiminin ardından yakalanmış ve 1966’da idam edilmişti. Bir yıl sonra Müslüman Kardeşler, 1967 senesinde Altı Gün Savaşı’nda Mısır Ordusu’nun İsrail karşısındaki yenilmesi sonucu oluşan Nasır karşıtı havadan yararlanarak muhalefetini ve terörünü arttırdı.
Seyyid Kutb, bağnaz bir Atatürk düşmanı olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler Atatürk'ü İslam’dan kurtulmak için öne sürmüşlerdi. Öteki İslam ülkeleri Türkiye örneğini izlemedikleri için bu sefer Nasır’ı desteklemişlerdi. Seyyid Kutb, dindarlarla laiklik taraftarlarının aynı toplumda yaşamalarının olanaksız olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla Müslümanlar, öncelikle bu tür yönetimleri devirmekle yükümlüydüler. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise, Tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar cahiliyenin göstergeleriydi. Tanrının yerine insanlığa tapmaktı. Muhammed zamanında “cahiliye” bilgisizlikten kaynaklanıyordu, şimdiki cahiliye ise Tanrıya bilinçli bir baş kaldırıştı. Milliyetçilik ise ona göre İslamı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Esas olan İslam dünyasının bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı ve dünya inananlar ve inanmayanların iki ayrı dünyası değildir. Bütün dünya inanmayanlarla dolu olduğu için dar-ul harptır, cihat bütün dünyayı kapsar. Ona göre örtünmeyen bir kadın "canlı bir şehvet" davetiyesidir. "Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanlığı yakarak küle çevirecektir. İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor. Bunun için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına, dans evlerine, şarap barlarına, yayın istasyonlarına bakmanız yeterli" Diyordu.
1978’de Enver Sedat ile İsrail başbakanı Menahem Begin’in imzalarıyla Camp David anlaşması imzalanmış ve Mısır-İsrail arasında barış dönemi başlamış ve İsrail ordusu Sina yarımadasından çekilmişti. Mısır’ın Sina yarımadasını savaşmadan geri alabilmesini büyük bir zafer olarak görmek yerine, İsrail’le barışıldı diye Enver Sedat hain ilan edildi. Sanki sonsuza kadar savaş pozisyonu olmalıymış gibi. 1981 yılında İhvan’ın en radikal kolu olan İslami Cihat, bir suikast sonucu Enver Sedat’ında yaşamına son verdi.
İhvan ideolojisi sadece Arap dünyasını zehirlemiyordu tabi ki. İhvan’ın takipçisi pek çok yapı farklı bölgelerde farklı isimlerle de olsa aynı zihniyet ve aynı örgütlenme biçimiyle yayılıyordu. Mesela Banna’nın sıkı takipçisi olan Ebu'l A'lâ el-Mevdudî, Pakistan’da 1941 yılında Cemaati İslami partisini kurar. Bu partiyi biz Bangladeş’te işledikleri suçlardan ötürü idam edilmelerine Türkiye’den gösterilen tepkilerle çok duyduk. Halbuki Cemaati islami’nin sicili İhvan’dan çok daha kabarık. Bangladeş'in Pakistan'dan bağımsızlığını kazandığı 1971 Bengal bağımsızlık savaşında Pakistan'la birlikte kendi halklarının insanlarını katletmişlerdi. Bengal bağımsızlık savaşında 3 milyon insan öldü, 10 milyon kişi Hindistan’da mülteci oldu, toplam 30 milyon kişi evinden oldu. Cemaati İslami halen Hindistan ve Bangladeş’te terör saldırılarını sürdürüyor, Bangladeş medyası her gün Cemaati İslami yüzünden farklı ideoloji, farklı parti, farklı din, farklı mezhep, farklı iş, farklı cinsel tercih ve farklı giyim yüzünden cinayete kurban giden insanların haberleriyle dolup taşıyor.
Mavdudi, ulusalcılığın putperestlikle eş olduğunu, sahte tanrılara tapınmak olduğunu savunmuş, Batı tipi demokrasiyi reddederek, "teodemokrasi" diye bir kavram da ortaya atmıştı. Banna’nın izleyicisi olan Mavdudi'nin görüşleri 1951'den itibaren Müslüman Kardeşleri'de büyük ölçüde etkilemişti. Mavdudi (1903-1979) İslam’ın büyük tehdit altında olduğunu, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı savıyla ortaya çıkmıştı. Bunun için gerçek Müslümanların kenara çekilmemeleri, politikayı başkalarına bırakmamaları gerektiğini savunuyordu. Dinsiz laiklere karşı mücadelenin acil olduğunu söylüyor, Allahın yasalarına karşı gelenlerle mücadele etmenin yalnızca bir hak değil, bir görev olduğunu savunuyor, silahlı mücadeleye hazırlanmak gerektiğini savunuyordu.
Bangladeş’te bağımsızlık savaşının önderi ve halende iktidarda olan Avami Lig, Laik ve sol Milliyetçi ilkelere bağlı bir parti olarak halen Cemaati İslami’ye direnmekte.
İhvan ideolojisinden etkilenen bir başka isimde Aliyah İzzetbegoviç idi. Kutb’un bağnaz izleyicilerinden biri olan İzzetbegoviç. 1970 yılında yayınladığı İslami Bildirge’de “Moderistlerin başarısızlığının simgesi, reformlarıyla Türkiye’yi ancak ‘üçüncü sınıf bir ülke’ yapmış olan Atatürk’tür.” diyordu. Tabi onun yaşadığı ülkenin koşulları diğerlerinde olduğu gibi değil, diğerleri zaten çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde yaşadıkları için Şeriat gelsin diye çabalıyorlardı ama Boşnakların azınlık oldukları yerde şeri hukuk talebi tabi ki olamazdı ve bu yüzden İzzetbegoviç gibileri cihadı bağımsızlık adı altında sürdürüyor ve Yugoslav halkının bölücüleri oluyorlardı. Elbette Yugoslavya’nın bölücüleri sadece onlar değildi ama fiili bölünmenin manevi bölünmeye en çok sirayet etmesini İzzetbegoviç liderliğindeki Boşnaklar sağlamıştı ve Avrupa'da Liberalizm ile Komünizm arasındaki dengenin bozulması için atılan en büyük ikinci adımın(birinci adım Sovyetler Birliğinin, ikinci adım Yugoslavyanın dağıtılması) atılmasında en faydalı kukla görevi gördüler. İşte bu yüzden batı, boşnakları desteklemiş ve NATO 1995'te Yugoslavya'yı bombalamıştı. Bu sayede Yugoslavya ordusu yenilmişti.
Elbette Aliya'nın hayalindeki Bosna İslamcı bir Bosnaydı, şimdiki gibi batıya entegre olmuş bir bosna değil ama yapacak birşey yok, bağımsızlığı NATO müdahalesi sayesinde kazanınca, ülkede vefa borcunu batıya karşı hissediyor işte.
Müslüman Kardeşler ve Cemaati İslami çoğunlukla Ulusalcı ve sol/sosyalist hareketlerle karşı karşıya geliyor ve bu liberal dünyanın işine geliyor. Yeni Neoliberal dünya düzeninin sürdürülebilmesi, siyasal İslam’ın serbest piyasa ekonomisi ile bütünleşmesine bağlıdır. Dikkat ederseniz İhvan olsun, Cemaati İslami olsun, İzzetbegoviç liderliğindeki Boşnaklar olsun, FETÖ olsun hepsi mücadelelerinin büyük kısmını liberal dünyanında sevmediği cephelere karşı yürütmüşlerdir. Mısır’da Nasır’ın paylaştığı ilkeler laik ve Milliyetçi sosyalizmdir. Bangladeş’te Avami Lig, yine milliyetçi ve laik sosyalizmi savunur. Yugoslavya ise reformist komünizmin dünyadaki tek kalesiydi ve Sovyetler Birliğinden sonra yıkılması en acil ülkelerden biriydi. Çünkü komünist çevreler için birlik ve beraberliğiyle, Reformcu ilkeleriyle, zenginliği ve istikrarıyla çok iyi bir örnekti. Ve Fetullah Gülen politik sahaya ABD’nin desteklediği ve Türkiye’de Anti-Komünist propagandaların merkezi olan Komünizmle Mücadele Derneğine üye olarak girmişti. Soğuk savaş bitip Komünizm tehlikesi bitince yeni görevleri devletin bütün kurumlarından kemalizmi temizlemek olmuştu ve AKP döneminde bunu başardılar. Ancak AKP, ABD'nin çizgisinden çıkınca yeni görevleri AKP'yi devirmek oldu ama bu sefer başaramadılar.
Türkiye’de İhvan ideolojisinin sahiplenilmesi ülkemizin bütün kurucu değerleri için büyük bir tehdittir. Maalesef buna rağmen İhvan ideolojisini paylaşan bu örgütlerin mensupları 2013'te Mısır'daki darbeden sonra en çokta Türkiye’de sığınma hakkı elde ettiler ve mevcut faaliyetlerini İstanbul merkezli yürütüyorlar. Onlar için en güvenli yer bu topraklar olmuş durumda maalesef. Atatürk düşmanlığını haykırmaktan ve yaymaktan çekinmeyen insanların, Atatürkçü bir ülkede sığınma hakkı elde edebilmesi ve üstüne bu hakkı verenlerin hiç tepki görmemesi beni şaşırtıyor. Bunları görüp “acaba insanlarımız sandığımdan daha mı fazla Atatürk’ten nefret ediyor, yoksa ülkeye kimlerin sokulduğunun ve ülkenin nereye götürülmek istendiğinin farkında mı değiller” diye düşünmeden edemiyorum.