2. Dünya Savaşı Sırasında Türkler

2. Dünya Savaşı denince akıllara genelde Almanlar, Yahudiler, Ruslar, Japonlar, Amerikalılar falan gelir ama Türkler pek gelmez. Halbuki Türk halkları da savaşın en ağır zulümlerini çok acı bir şekilde hissetti. Kimi zaman mihver kimi zamanda müttefik kuvvetlerin içinde yer alarak dolaylı yoldan birbirleriyle de savaştılar. Üstelik birbirleriyle savaşırken, bazen bunun farkında bile değillerdi. Maalesef bizler de bu görünmeyen acılardan habersiziz.

2. Dünya Savaşı 75 milyon can kaybına yol açtı ve bunun 27 milyonu ise Sovyetler Birliği vatandaşıydı. Sovyetler Birliği, yiğitliğine halel gelmesin diye bu rakamları hep az göstermeye çalışmıştı. Örneğin 1946’da Stalin bir konuşmasında “7 milyon yoldaşımızı kaybettik” diyordu ama zaman geçtikçe açıklanan rakamlar hep arttı.

Peki bir ülkenin bu kadar az vakitte bu kadar vatandaşını yitirmesi mantıksız değil mi? Nede olsa mihver devletler yani Almanya, Finlandiya, Romanya, Macaristan, İtalya Sovyet topraklarında 6 milyon tüm doğu cephesindeyse 10 milyon kayıp yaşamışlardı. 6 milyona kıyasla 27 milyon demek 1 kişiye karşılık 4,5 kişi demek. Aslına bakarsanız durum böyle değildi. Çünkü bu insanların hepsi Almanlar tarafından öldürülmedi. Aslında Sovyetler Birliğinde Mihver işgali başladığında aynı anda başlayan bir iç savaşta mevcuttu. Zaten bu 27 milyonun 13 milyonu Rus’tu. Geri kalanlar başta Ukraynalılar, Belaruslar, Türkler ve Yahudiler olmak üzere çeşitli milletlerden oluşuyorlardı.

Örneğin savaş boyunca 1 milyon Sovyet vatandaşı Almanların yanında savaşmıştı. Bu 1 milyon askerin bir kısmı gönüllü iken bir kısmı esirler arasından katılanlardı. Gönüllüler daha çok Baltık halkları, Ukraynalılar ve Türkler başta olmak üzere Müslümanlardı. Özellikle Nazilerin Türk lejyoner birlikleri vardı ve çoğunluğu Tatar milislerden oluşuyordu. Esirler arasından katılanlar ise çok daha karmaşıktı. Her etnik kimlikten insan katılabiliyordu. Almanlar savaş boyunca Sovyet topraklarında 7 milyon esir almıştı ve bu esirlerin 1,7 milyonu Türk’tü. Bu 7 milyon esirin çok azı evine dönebilecekti. Bu esirlerin büyük kısmı açlık ve soğuktan ölmüştü çünkü Almanlar esirler yüzünden büyük Rus topraklarında yavaş ilerlemek istemiyorlardı ve esirlerin genel olarak soğuk ve açlık yoluyla ölümü tercih ediliyordu.

Bir kısmı açlıktan ve soğuktan ölmemek için Almanların yanında savaşmaya karar verdiler. Bir kısmı da Almanya’ya işçi olarak çalıştırılmak için götürülüyorlardı. Çünkü Alman gençleri savaştaydı ve ülkede iş gücüne, daha doğrusu köleye ihtiyaç oluşuyordu. Bu esirler çalışma kamplarında, inşaat işlerinde ölesiye çalıştırılıyor ve çoğu yorgunluktan ölüyordu. Hatta Stalin’in esir düşen oğlu Yakov da böyle ölmüştü. Almanların bu kadar esir alabilmesinin nedeni ise Sovyetler Birliği’ne aniden saldırmalarından ötürü onları hazırlıksız yakalamış olmalarıydı ve cephe gerisinde kalan Sovyet askerler çatışmalar sonucu ölmelerinin kaçınılmaz olacağını düşündüklerinden dolayı çoğunlukla teslim olmayı tercih ediyorlardı. Tabi ki gördükleri muameleden sonra pişman oldukları kesin.

Bu esirler arasında yer alan Türkler ise çok daha dramatik haldeydiler. Çünkü Sovyet coğrafyasında yaşayan Türkler ağırlıklı olarak Müslümandı. Gagavuz, Başkurt ve Çuvaş Türkleri Ortodoks’tu, Yakut ve Tuva Türkleri ve birkaç kabile halen atalarının eski Şamanist inançlarını sürdürüyorlardı, biraz Budist ve bir kısımda ateist olduğunu belirtenler vardı ancak yinede çoğunluk Müslümandı. Alman askerler ise bazı Müslüman Türklerin sünnetli olmalarından ötürü onları Yahudi sanıyorlardı. Türkler de Almanca bilmedikleri için Yahudi olmadıklarını söyleyemiyorlardı. Bu yüzden bazı Türklerin savaşın başlarında yanlışlıkla Yahudi gibi muamele gördükleri söylenir.

Yinede Almanların yanında savaşan Türkler, kızıl ordu saflarında savaşan Türklere kıyasla çok değiller. Kızıl ordu daha önce Slav olmayanları pek askere almazdı çünkü güvenemezdi. Sovyetler Birliğinin Yahudilerden sonra en güvenilmez halkı Türklerdi. Çünkü çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan Basmacı hareketi 1916-1934 yılları arasında Orta Asya’da ayrılıkçı faaliyetlerde bulunuyordu ve bu bölünme tehlikesi Türklere yönelik bakışı olumsuz kılmıştı. Ancak 2. dünya savaşı başlayınca diğer halklara da ihtiyaç duyulur oldu. Örneğin sadece Özbekistan’dan 1,5 milyona yakın kişi toplanmış ve bunların yarım milyona yakını hayatını kaybetmişti. Kırgızistan’sa küçük nüfusu sebebiyle daha az katılım göstermişti; 360 bin kişi katılmış ve 80 bini ölmüştü. Diğer Türki cumhuriyetlerin verilerine ulaşamadım ancak savaş bölgelerine daha yakın olan Kazak, Tatar ve Azerbaycanlı diyarlardan daha yoğun alım yapıldığını düşünebiliriz. Özellikle Kafkasya, Kırım ve idil-Ural bölgelerinde yaşayan Türk halkları savaş cephelerine çok daha yakın olduklarından kızıl orduya daha aktif katılım gösterdiler.

Stalin’e ait olduğu iddia edilen bir laf vardır “Kızıl ordu da bir adım geri gitmek, bin adım ilerlemekten daha çok cesaret ister” diye. Çünkü kızıl ordu da geri çekilmek suç sayılıyordu ve vatan hainliği demekti. Korkaklık ve vazifeden kaçmak suçundan idam edilirdiniz. Bu sebeplerden ötürü en az 130 bin kişi öldürülmüştür. Kızıl ordu Almanlara karşı ilerlerken ordunun arkasından da gizli servis yani NKVD elemanları ilerlerdi. Onların görevi de geri çekilenleri vurmaktı. Özellikle azınlıklar savaşmaya daha isteksiz olduklarından ötürü bu tür infazlara daha çok maruz kalıyorlardı. Ancak bu stratejinin Sovyetler Birliğini zafere götüren en önemli etkenlerden biri olduğunu söylemek mümkün.

Savaş meydanında geri çekilenlerin vurulması dışında, birde mayınlı arazi meselesi vardır. İddia şudur ki; Avrupalı ve Amerikalı generaller mayınlar yüzünden yavaş ilerlerken, Kızılordu çok hızlı ilerliyormuş ve bunun sırrını Sovyet generallere sorduklarında, aldıkları yanıt, "erleri önden yürütüyoruz" olmuş. Yani batılılar saatlerce mayın temizlemekle uğraşırken, kızılordunun erleri her bir mayın için canını verip orduyu hızlandırmış. Zaten öne doğru yürümezsen bu seferde arkandaki NKVD elemanları seni vuracağı için "belki şansım varsa mayına denk gelmem" diyerek yürümeye devam ediyorsun. Haliyle erlerin çoğu azınlıklardan oluştuğu için Türkler dahil tüm azınlıkların bu tür "öne adım atsam mayın arkamı dönsem NKVD kurşunu" ikilemini daha yoğun yaşadığını düşünebiliriz.

Sovyetler Birliğini zafere taşıyan önemli etkenlerden biride sanayide ki dönüşümdü. Sanayi ağırlıklı olarak batı da yoğundu ve bu bölgeler Almanların eline geçtiği için sanayi çökmüştü. Kalan fabrikalar ise Ural dağlarının batısına taşınmıştı. Erkeklerin savaşta olmasından ötürü fabrikalarda çoğunlukla kadınlar ve çocuklar çalışıyordu. Gıda sıkıntısı vardı ve kızıl orduya malzeme gerekiyordu. Bu yüzden uzun saatler çalışılmak zorunda kalan pek çok kadın yorgunluktan ölüyordu. Ural dağları, Altaylar, Kazakistan, Volga ve çevresi bu sıkıntının en yoğun yaşadığı bölgelerdi.

Türk halklarının bu savaşta en büyük tesellisi sivil kayıpların diğer halklara kıyasen fazla olmamasıdır. Sadece batı şehirlerinde ki bombalamalar göçmen sivil Türkleri etkilemiştir ve birde fabrikalarda yorgunluktan ölen kadınlar sivil kayıplar arasında gösterilebilir. Batıdaki işgal altındaki bölgeler slavların çok olduğu bölgelerdi ve buralarda ölümlerdeki sivil oranı çok yüksekti. Türk bölgeler işgal görmediği için ölümlerin çoğu kadın-çocuk-yaşlı olarak değil, cephelere gönderilen genç erkekler olarak yansıdı. Genel olarak bakılınca Türk halklarının savaş ve savaşa bağlı sebeplerden ötürü 2 ila 3 milyon arası kayıp verdiğini söyleyebiliriz. Ancak Sovyet sisteminin gizliliği nedeniyle net rakamlar vermek çok güç olduğundan sadece belli aralıklar üzerine tahmin yürütülebiliyor.

Özetle 2. Dünya Savaşı gerçek mağdurların pek konuşulmadığı bir savaştır. En az kayıp yaşayan ülkeler savaşın asıl kahramanları olarak gösterilir. Ancak bu savaşın asıl acılarını çeken pek çok halk, bugün bile konuşulmuyor. Bu haksızlık Endonezya’ya, Ruslara, Yugoslavlara, Çinlilere, Hintlilere yapıldığı gibi Türklere de yapılıyor. Elbette Amerikalı askerlerin, Fransızların veya İngilizlerin ölümleri de büyük bir trajedi ama milyonlarca insanını yitiren halklar tarih kitaplarında yer almazken, bu ülkelerin müttefiklerin başı olarak gözükmesi büyük bir haksızlıktır. Bütün dünya halkları tarihi işine geldiği gibi anlatıyor, kötüleri ayıklıyor, iyileri abartıyor. Maalesef bunu bizde çok yapıyoruz.

YORUM EKLE