Ateşkes Savaşı Bitirmez, Sadece Barışı Erteler

Mevcut savaş pozisyonlarında kimi taraflar, bazen kendi iradeleri bazen de uluslararası baskı sonucu savaş anında ateşkese gidebiliyorlar. Bu durum insani yardım veya tarafların nefes alması için iyi bir seçenekmiş gibi geliyor ama bence değil. Ateşkes aslında mevcut sorunun ertelenmesine vesile oluyor. Bakın barış antlaşması değil ateşkesten bahsediyorum.

Zaten savaş zamanlarında çoğunlukla taraflar, kendi kontrollerindeki bölgelerde yaşanan insani krizlerin yabancı yardımlar yoluyla çözülmesinin bir zayıflık veya beceriksizlik algısı ortaya çıkarmasından endişe ettikleri için çoğu zaman girişe izin vermiyorlar. Yani bu argüman kesinlikle çok zayıf kalıyor. Ateşkes zamanında izin verenler de zaten çatışma döneminde de buna izin veriyorlar. Bunu günümüz Suriye ve Somali örneklerinde de kolaylıkla görmek mümkün.

Tarafların nefes almasıysa aslında savaşın daha geç bitmesine neden olabiliyor. Çünkü bu evrede herhangi bir güç kendi kontrol alanında, kendi üretim fonksiyonlarını ve kendi kamusal yapılanmasını oluşturarak yeni bir düzen inşa edebiliyor ve ateşkes bittiği zaman artık yeni bir düzeni yıkmak zorunda kalıyorsunuz. Buda boşa zaman kaybının yanı sıra emek ve maddi israfa sebep oluyor.

Uzakdoğu’da soğuk savaşın en kanlı iki savaşı olan Kore ve Vietnam savaşları üzerinden örnek verecek olursak; bu iki savaşta oldukça benzer nitelikler taşıyor. Aynı bölge, aynı kutuplar ve aynı parçalanmışlık ama tek bir fark var. O da birinde savaş ateşkesle son bulurken diğerinde savaş bir tarafın kesin yenilgisi sonucu yok olmasıyla neticelendi.

Vietnam savaşında kuzey ve güney olarak bölünmüş günümüz Vietnam’ının ideolojik merkezde birbirlerine üstünlük sağlama mücadelesi vardı ve ABD’nin bütün engelleme çabalarına rağmen kuzey, güneyi 1975’te alacak ve bu uzun savaş 4 milyon insanın ölümünden sonra bitecekti. Günümüz Vietnam’ı eskiden yaşanan bu derin bunalımdan sonra nihayet istikrarlı, birlik içinde, gelişmekte ve gururlu. Fakat Kore öyle değil. Kore savaşında da kuzey ve güney diye ayrı olan iki ülke vardı. Ya güney kuzeyi alacak yada kuzey güneyi. Sonra ne oldu? 3 milyon insan öldü ve taraflar hiçbir sınır değişikliği olmaksızın ateşkese gittiler. Böylece 67 yıldır bitmek bilmeyen bir gerilim dönemine girildi. Bu gerilim döneminin her iki ülkeye ve onların müttefiklerine getirdiği sosyal yardım, silahlanma, propaganda ve zaman kaybı üzerinden oluşan maliyetlerini hesaba katınca, savaş döneminden çok daha büyük bir yüke sebep olduğu aşikar. 67 yıl geçti ama halen kaçınılamaz bir savaş ihtimalinden söz ediyoruz. Bu durumu düşününce “keşke Vietnamlılar gibi kararlı ve pes etmez davransalarmış” dememek elde değil. Bazen “kim kimi işgal edecekse etsin artık, yeter ki bitsin bu parçalanmışlık” diyorum.

Vietnam ve Kore örneğinden de anlaşılacağı üzere ateşkes, insanın en büyük psikolojik hastalıklarından olan ‘günü kurtarma’ hissiyatının oluşturduğu bir ertelemeden başka bir şey değil. Boşuna dememiş atalarımız “Bugünün işini yarına bırakma” diye. Bu durum aslında şuan ki neslin, sorunları gelecek nesillerin halletmesini beklemesi gibi geliyor bana. Yani bir nevi dedeler kendi aralarında kavga ediyor ve sonra “ Hoh! Çok yorulduk mola verelim, daha sonra torunlar bizim kavgamızı devam ettirsin” diyorlar. Bu durumda sonra ki neslin önce ki nesle, bırakılan bu kötü miras yüzünden küfür etmemesi kaçınılmaz tabi ki!

2012’den bu yana devam eden Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaşı ve bu savaşın sonucu olarak ortaya çıkan de facto devlet olan Dar El Kuti Cumhuriyeti’ni düşünün mesela. Şimdilerde bölgede ateşkes var ama bu ateşkes esnasında Dar El Kuti, kendi vergi sistemini ve teşkilat yapısını oluşturuyor. Topladığı vergilerle silah alıyor ve güçleniyor. Bu durum, eğer olursa bir sonraki savaşın daha kanlı olmasına vesile olmayacak mı? Eğer bu parçalanmışlık daha uzun sürerse taraflar daha fazla kutuplaşacak ve böylece karşılıklı silahlanma veya oyalanma yüzünden kendi halklarının sosyal problemlerine çözüm getirmek için vakit bulamayacak veya bunu erteleyeceklerdir. Savaşın getirdiği sorumluluk böylece sonraki kuşaklara da aktarılarak daha fazla yıpranma ve daha fazla kayıp nesil meydana getiriyor. Bakın bu kayıp nesil meselesi çok önemli. Öyle birkaç bölgenin birkaç grubundan değil koca bir nesil oyalanıyor ve gereksinimlerinden mahrum kalarak toplumun çağ atlamasının önüne geçip, medeniyetlerinin gerilemesine yol açıyorlar. Savaş ne kadar uzun süre gündemde kalırsa o kadar kayıp nesil ortaya çıkıyor.

Bu durum benim “ateşkesle tarafların nefes alması aslında savaşın boyutunu arttırıyor” şeklinde bir düşünceye sahip olmama sebep oldu.

Şuan ki yakın coğrafyamızda cereyan eden savaşlar üzerinden de bazı hususları belirtmek gerekirse; Suriye, Irak, Libya, Ukrayna, Trandinyester, Afganistan, Karabağ ve Yemen’deki sorunları çözme yöntemi tam bir skandal. BM’nin istediği ateşkes aslında çözüm değil, sadece savaşın bitişini erteliyor. Halbuki savaş ne kadar daha erken biterse o kadar iyi. Çünkü yöneticilerin gündemi, savaştan çıkıp ülkeyi ayağa kaldırmaya gelmeli.

Mesela Ukrayna. Ateşkes her ne kadar zaman zaman ihlal edilse de devam ediyor. Bu durumun Ukrayna’ya ve Rusya’ya daha uzun süre ekonomik yük olması ve zaman geçtikçe daha fazla kutuplaşma yaratması bir yana, asıl sıkıntı savaşın uzamasıyla ölümlerin normalden fazla olması ve bunalımın daha geniş bir zamana yayılmasıdır. Halbuki her kim kazanacaksa savaşı bir an önce kazansa ve artık insanların gündemi savaş olmaktan çıkıp “ülkeyi tekrar nasıl ayağa kaldırabiliriz?” sorusu olsa. Zaten bir savaşın bitmesinin getirdiği en önemli avantajda bu, artık yöneticilerin gündeminin savaştan ziyade ülkeyi tekrar ayağa kaldırmak olması. Görünen o ki; Ukrayna İç Savaşının sonucu da Moldova İç Savaşı(1992) gibi olacak. Çünkü Almanya ve Fransa yüzünden Ukrayna’da uzun vadeli bir çözümsüzlük meydana geliyor. Bunu Dağlık Karabağ meselesine de kolaylıkla uyarlayabilirsiniz.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 32. başkanı Franklin Delano Roosevelt’in İkinci Dünya Savaşı için takındığı koşulsuz teslimiyet politikası da çok güzel bir örnek. Bu strateji, ABD’nin Gizli Tarihi Kitabının yazarı ve aynı isimdeki belgesel dizisinin yapımcısı ve yönetmeni Oliver Stone tarafından, savaşın uzaması ve daha kanlı olması babında eleştirilmişti. Ancak mihver kuvvetlerin, lider ülkelerinin hepsinin Şovenist olduğunu düşünürsek gayet mantıklı bir adımdı.

Çünkü koşulsuz teslim arzusu sayesinde mihver güçlerin mevcut rejimleri devrilene kadar savaş sürecek ve böylece tek savaş sonrası kesin çözüme kavuşulabilecektir. Fakat ateşkes olsaydı bu, şovenistlerin toparlanmak için zaman kazanması ve daha fazla savaşa girilmesi anlamına geliyordu.

Şovenist ülkelerle zaten anlaşmak imkansızdır. Faşizmin her türlüsü elbette felaket ama şovenisti kesinlikle yaşatılmamalı. Franco’nun İspanya’sı ve Salazar’ın Portekiz’i de faşistti ama en azından şovenist değillerdi. Çünkü kendi hakimiyetleri dışında kalan hiçbir toprağa küçük bir istisna haricinde(O da baskıdan dolayı) saldırıda bulunmamışlardı.

2. dünya savaşının aksine savaşların ateşkesler yüzünden kesintili olduğu büyük Avrupa savaşları ise daha uzun süreli bunalımlar meydana getirdi. Zaten Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon savaşları sırasında olanda tam olarak buydu. 20. yüzyılın Napolyon’u olan Hitler’de, askeri ve tarihi anlamda benzeştiği Napolyon gibi şovenistti. Napolyon savaşlarında olduğu gibi parçalı savaşlar dizisi Avrupa’nın nefes almasını da geciktirmişti. 1792’den 1815’e kadar Fransa parça parça savaştı ve sonuç olarak 1789 öncesine geri dönüldü. Bir tarafta 23 yıllık parçalı savaşlar dizisi diğer tarafta 6 yıllık koşulsuz teslim.

Eğer İkinci Dünya Savaşında müttefik güçlerin, koşulsuz teslim stratejisi olmasa ve gerekli görüldüğü yerde Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon savaşlarında olduğu gibi ateşkese veya anlaşmaya gidilse, bu durum şovenist rejimlerin daha uzun süre iktidarda kalacağı gibi tekrar savaş yaşanmasını da kaçınılmaz hale getirecekti. Bu durumu bilen insanların ateşkes yüzünden düşmanının nefes almasına sebep olmaları ne kadar büyük bir öngörüsüzlük olurdu değil mi? Ama ne oldu? O nesiller büyük bir fedakarlık örneği sergileyerek, bu kanlı ve acımasız savaşın ardından 75 yıldır sürmekte olan ve bitmek bilmez bir huzur ve refah döneminin kapısını açtılar.

Böylece Avrupa, şovenizm tehdidinden halen sürmekte olan bir şekilde kurtuldu. Son 75 yıldır Avrupa’da artan refahta bunun sayesindedir. Bundan önce böylesine bir ivme Avrupa’da hiç görülmemiştir. Her ne kadar kimi çevreler kendi geri kalmışlığının üstünü örtmek için, Avrupa’nın gelişmişliğinin kaynağını yağmacılık olarak sunsa da aslında bu doğru değil. Sömürgeler çoğunlukla Avrupa ülkeleri için getiri değil götürü oldu. Avrupa’daki refahın en önemli kaynağı şovenizmin son bulması ve 75 yıldır süren barış atmosferidir. Çünkü eskisi gibi yılların birikimini, emeğini tek seferde silip süpüren savaşlar artık yaşanmıyor. Ve Avrupa toplumu bu durumu, Franklin Delano Roosevelt’in koşulsuz teslimiyet stratejisine borçludur.

Bu 75 yıllık süreçte Aynı şeyi Ortadoğu’daysa göremedik. Sebeplerden en önemlisi savaşların genelde asimetrik olması. İran-Irak savaşı sırasında her iki tarafta ilk çatışmalardaki sonuçsuzluk yüzünden 8 yıl boyunca asimetrik savaşı benimsediler ve bu yüzden her iki tarafta birbirini yok edemeden savaşı sonlandırdı. Eğer her hangi bir taraf biraz cesur olup diğer tarafı koşulsuz teslim almak için savaşsaydı, bugünün politik atmosferi çok daha huzurlu olabilirdi. Mesela İran, Irak’taki şovenist Baas rejimini yok etseydi, körfez savaşları(1990-1991, 2003-2011) olmayacaktı ve körfez savaşları olmayacağı için günümüzde Irak’ta malum istikrarsızlıklar yaşanmayacaktı. Çünkü körfez savaşlarının politik kökeninde de yine İran işgalinde olduğu gibi Saddam’ın şovenizmi geliyordu.

Şuan Libya, Yemen ve Suriye’de ateşkes var ve bu süreç uzatılmaya çalışılıyor ama bölge ülkelerinin gündemlerinin ‘ayağa kalkma’ olması ertelenmiş oluyor ve mevcut çatışmaları derinleştiriyorlar. Bu ülkelerdeki savaşlarında sonradan asimetrik savaşa evrildiğini unutmayalım.

Ortadoğu’daki savaşlara bakınca ben, koşulsuz teslimiyeti esas alan savaşların asimetrik olan savaşlardan daha iyi olduğu kanaatine vardım. Tabiî ki savaşın her türlüsü kötü ama burada kötünün iyisini belirtmeye çalışıyorum. Ayrıca bana, koşulsuz teslimiyeti esas alan savaşlar çok daha fedakar ve cesurca geliyor ama asimetrik savaşlar çok daha cahilce ve korkakça geliyor.

Şuan var olan ve çok canlı bir örnek olarak Güney Asya’yı ele alalım. Eğer Hindistan ve Pakistan geçmişteki Keşmir kaynaklı savaşlarda kesin bir çözüm için savaşsalardı, bugün halen bu kriz devam ediyor olabilir miydi? Kriz hala devam ettiği için zaten bu ülkeler nükleer silahlanma yarışına, karşıt inanç propagandalarına ve karşılıklı yaptırım hesaplaşmalarına girdiler. Bunun zararı geçmişteki savaşların kısa ve küçük olması yüzünden halen devam ediyor. Belki o dönem çok daha fazla insan ölecekti, daha büyük bir yıkım olacaktı ve savaş daha uzun sürecekti ama uzun vadeli düşününce, aslında o zaman yaşanacak fazla kayıplar, bugün için kesin bir çözüm sağlayacaktı. Böyle bir durumda insanları radikalize olmayacak olan Hindistan ve Pakistan aynı zamanda, huzur sayesinde daha çok yatırımcı çeker, silahlanmak yerine daha çok kamu harcaması yapar ve en önemlisi daha özgür olacağı için çalışma hayatı daha aktif olurdu. Yani kısacası daha refah içinde olurlardı. Avrupa örneği de bu yüzden önemli zaten.

Neyse! Bu kadar örnek yeter heralde?

İşte ben bu yüzden savaş durumlarında BM’nin takındığı “ateşkese davet” tutumundan çok rahatsızım. İnsanları diyalog veya barışa teşvik ettiklerini sanıyorlar ama bu sorunu ertelemekten başka bir işe yaramıyor.

YORUM EKLE